Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçimler yapıldı, sonuçlar her kesimi ve herkesi şaşırttı, şaşkınlık hâlâ devam ediyor ve bu arada bazen apaçık, bazen de üstü örtülü biçimde muhtemel bir tehlikeden bahsediliyor: İç savaştan...

        Filânca konuda ilerleme kaydedilmediği veya falanca ile anlaşma sağlanamadığı, yahut bilmemne meselesi çözülmediği takdirde Türkiye’de yakında iç savaş çıkarmış, kan gövdeyi götürürmüş, memleket mahvolurmuş, vesaire...

        İnanmayııın...

        İnanmayın, zira tarihimizde “iç savaş” yoktur, bunun ne demek olduğunu bilmeyiz ve daha da önemlisi, iç savaş kavramı genlerimizde de mevcut değildir!

        İmparatorluk senelerinin Türkiyesi gerçi dünya kadar kanlı olaya sahne olmuş, meselâ 15. asırda şehzadeler arasındaki taht mücadelesinde halktan onbinlerce kişi hayatını kaybetmiştir ama o senelerde, meselâ Fetret Devri’ndeki didişmeler iç savaş değildir, herbiri ordu sahibi olan şehzadelerin birbirleri ile askerî mücadelesidir.

        Anadolu’da sonraki yüzyıllarda yaşanan Celâlî isyanlarının da iç savaşla alâkası yoktur... Celâliler genellikle İstanbul’a isyan bayrağını açmış askerlerdir, aralarına bazen medrese öğrencileri de katılmış, vergiden bunalmış olan halk da onların tarafını tutmuştur ama isyanların hedefi toplumun başka bir kesimi değil, saray ve devlettir.

        İSYAN, İÇ SAVAŞ DEĞİLDİR

        Yavuz Sultan Selim yahut Dördüncü Murad zamanında Anadolu’da Alevîler’e karşı uygulanan acımasız politikalarda da işin içerisinde yine devlet vardır, yani bir Alevî-Sünnî mücadelesi değil, devletin kendi teb’asına karşı sert hareketleri sözkonusudur.

        Aynı şekilde Anadolu’da asırlar öncesinden bugünlere uzanan isyanların ve mücadelelerin bir tarafında başkaldıranlar, diğer tarafında da devlet bulunmaktadır, yani bu ayaklanmaların tamamı devlete karşıdır... Zira devlet tarih boyunca ceberruttur, bu gelenek Cumhuriyet döneminde de aynen devam etmiş, “muzır” görülen kişi ve grupların sağcı, solcu, şeriat yanlısı, lâik, Müslüman yahut gayrımüslim ayırımı yapılmadan hemen tamamının tepelerine binilmiştir. Geleneğe tek ve çokpartili dönemlerde de aynen uyulmuş, sadece solcular değil, sağcılar da sık sık tutuklanmış, hapishanelerde senelerce çile doldurmuşlardır.

        Tarihte iz bırakmış toplumsal olayların en renkli şekilde izlenebileceği alan, folklördür ve Türk folklörü bünyesinde başkaldırı repertuvarı bakımından dünyanın sayılı edebiyatlarından birini barındırır. Ama bütün edebî örneklerin bir tarafında başkaldıranlar, diğer tarafında da devlet vardır!

        ÖYLE BİR MUSİBET Kİ...

        “İç savaş” ise bambaşka bir musibettir... Bir-iki örnek mi istiyorsunuz? İkinci Dünya Harbi’nin öncesinde ve sonrasında İspanya’da ve Yunanistan’da; bugün de Yemen’de, Afganistan’da ve Irak’ta yaşananları şöyle bir gözden geçirin, iç savaşın nasıl büyük bir belâ olduğunu hemen anlarsınız...

        Türkiye iç savaşı andıran hadiselere şahit olmadı mı? Oldu, 1970’lerden itibaren Kahramanmaraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta çıkan ve çok sayıda vatandaşın katledildiği olaylar bir iç savaşın başlangıç ânı gibi idi ama o noktada kaldılar ve genişleme imkânı bulamadılar. Komşularımızın hemen tamamında son bir-iki asır içerisinde kanlı iç savaşlar yaşanmasına rağmen, bu mevzuda onlardan Allah’a şükür hiçbirşey öğrenemedik!

        Dolayısı ile “İç savaş patladı, patlayacak, geldi, geliyor” gibisinden feryadlara, felâket tellâllığına ve şom ağızlılığa bakmayın! Yazının hemen girişinde de söyledim: Biz iç savaş nedir bilmeyiz, tarihimizde örneği yoktur, hattâ bu kavram genlerimizde bile mevcut değildir!

        Diğer Yazılar