Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Prof. Aziz Sancar Anıtkabir’de Atatürk’ün ruhuna Fatiha okudu diye birileri akıllarınca kıyametleri kopartıyorlar... Az biraz zahmet buyurup gazete kolleksiyonları gözden geçirildiği takdirde büyük camilerde tek parti döneminden itibaren Atatürk için seneler boyunca mevlid okutulduğu ve bu geleneği Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’ın başlattığı görülür

        Nobel ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar geçen gün Anıtkabir’i ziyaretinde Atatürk’ün ruhuna Fatiha okudu diye sosyal medyada birileri veryansın ediyor...

        Sancar’a “Bir daha Anıtkabir’e gelme” diyeni mi ararsınız, “Anıtkabir’de dua ediyor. Fotoğraf olmasa inanmazdım. Yuh artık” gevelemelerini mi, “Dua ederken hiç utanmadın mı Sancar Bey? Orası Anıtkabir” gibisinden saçmalayanları mı, yoksa “Şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler” misali “21 defa Anıtkabir’e gittim. Hiçbirinde dua etmedim. Kendimle gurur duyuyorum” diye kıptî yiğitliğine soyunanları mı?

        BASIN BİLE UNUTMUŞ

        Bu kadarla da kalınmamış, “Anıtkabir’de nöbet tutalım ve Sancar bir daha Ata’mızın huzuruna gelmesin” diyen densizler bile çıkmış...

        Anıtkabir sanki Müslüman bir memleketteki türbelerden biri değil, Tanrıça Ayelela için yapılmış bir mabet yahut Şuppililuma’nın merkadi!

        Haydi, memlekette bir kesim Türkiye’nin Müslüman olduğunu hatırlarına getiremiyor diyelim ama memleketin dinini unutanlar arasında basın mensupları da varmış ki, Prof. Sancar’a “Anıtkabir’de, özellikle mozolenin önünde sanıyoruz dua ettiniz” diye sorunca Prof. Sancar zarif bir hatırlatma yapmış, “Müslüman bir kabre giderseniz Fatiha okursunuz. Tabii, Atatürk’ün ruhuna Fatiha okudum” cevabını vermiş...

        ÖRNEĞI ZOR BULUNUR

        İdeolojik hizipleşmenin boyutlarının nerelere kadar uzandığını ve neleri unutturduğunu aksettirmesi bakımından bu hadiseden daha mükemmel bir örneği arasanız bile herhalde zor bulursunuz...

        Bugün bu sayfada 1940’lı ve 50’li senelere ait bazı gazete kupürleri görüyorsunuz: Atatürk’ün ruhuna okutulan mevlidler ile ilgili haberleri...

        Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım, ağabeyinden sonra 18 sene yaşamış ve 1956’daki vefatına kadar İstanbul’un ve Ankara’nın en büyük camilerinde her sene Atatürk için hatimler indirtip mevlidler okutmuş, bu işi zamanın en önemli hafızları yerine getirmişlerdi. Makbule Hanım, Atatürk’ün naaşının 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e naklinden bir gün önce Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrin açılıp naaşın başka bir tabuta konması sırasında da cenazenin başında ağlayarak uzun uzun dualar etmiş ve ağabeyinin yeni kefenine üzerinde âyetlerin yazılı olduğu ve muska gibi katlanmış bir de dua koydurmuştu.

        RADYOLARDAN YAYINLANDI

        Atatürk için mevlid okutan sadece Makbule Hanım değildi. Gazete kolleksiyonlarını gözden geçirirseniz geçmişte bazı siyasî partiler ile birçok derneğin de aynı şekilde mevlidler okuttuğunu, hattâ bunların devlet radyolarından yayınlandığını görürsünüz.

        Gazetelerde her sene Darüşşafaka Cemiyeti’nin verdiği büyücek bir mevlid ilânı vardır. İlânda, Darüşşafaka’ya önemli bağışlarda bulunmuş olanların isimleri yeralır ve bu ilân aslında Osmanlı’nın son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk senelerinin aristokrasi listesidir. İlk sırada Atatürk’ün ismi vardır, daha sonra Darüşşafaka’nın kurucularının adları verilir; daha sonra Zübeyde ve Makbule Hanımlar’dan da bahsedilir ve bu mevlid geleneği senelerden buyana devam etmektedir...

        DURMAYIN, SALDIRIN!

        Prof. Aziz Sancar’ın Anıtkabir’de Fatiha okumasına karşı çıkıp akıllarınca hakaret edenler! Baksanıza, Darüşşafaka da her sene farketmediğiniz bir iş ediyor; Atatürk’ün ruhuna mevlid okutarak sizlere göre olmayacak bir ayıp ve fena bir iş ediyor...

        Dolayısı ile bu zihniyete Darüşşafaka gibi bir ilim ve hayır merkezini de karalamak düşer... Haydi, klavye başına! Vakit geçirmeden hakaret tweet’lerini atmaya başlayın!

        DOLMABAHÇE'DE 11 KİŞİ İLE KILINAN CENAZE NAMAZININ AZ BİLİNEN ÖYKÜSÜ

        Atatürk’ün cenaze namazının kılınıp kılınmadığı, bilmeyenler arasında her zaman tartışma konusu olmuştu...

        Konu dar bir çevrede yıllar boyunca konuşuldu ama sonraki senelerde geniş kitleye yayıldı, bilip bilmeden söz edenlerin ortaya attıkları aslı-esası olmayan iddialar üzerine dallanıp budaklandı, muammaya döndü ve bilmeyenler sayesinde “namazın kılınmadığı” yolunda yaygın bir kanaat oluştu.

        Ayrıntıları yazmadan önce söyleyeyim: Atatürk’ün cenaze namazı kılınmıştı!

        "MUSTAFA’MI GÖNDERMEM"

        Ben, namaza katılanlardan iki kişiyi yakinen tanıdım. Uzun bir ömür süren ve 1980’lere kadar hayatta olan bu kişilerden birinden 19 Kasım sabahı Dolmabahçe’de yaşananların teferruatını bir değil birkaç defa dinledim ve işittiklerimi onun ağzından aşağıda naklediyorum:

        “Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konan cenazenin Ankara’ya nakil günü yaklaşırken, Ankara’dan ‘dinî merasim kat’iyyen yapılmayacak’ şeklinde bir talimat geldiğini işittik. Talimatı hiçbirimiz görmedik, resmen de tebliğ edilmedi ama emir Dolmabahçe’de hemen herkesin dilindeydi.

        Cenaze, 19 Kasım sabahı erken saatlerde Ankara’ya nakledilmek üzere saraydan alınacaktı. Hazırlıklar devam ederken rahmetlinin hemşiresi Makbule Hanım katafalkın bulunduğu yere geldi, ‘Cenaze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!’ diye avaz avaz bağırdı ve gidip tabutun yanıbaşına oturdu.

        Ortalık birbirine girdi. Bazı işgüzarlar ‘Ankara’dan emir geldi hanımefendi, yapmayın, etmeyin’ diye Makbule Hanım’ı sakinleştirmeye çalışacak oldular ama hanımefendi daha da hiddetlendi, ‘Namazı kılınmadan burayı terketmem! Beni kolumdan tutup dışarıya atmadan ağabeyimi götüremezsiniz’ dedi. Maiyet erkânı daha da telâşlandı ve ne yapacaklarını sormak için Ankara’ya telefon açtılar.

        TÜRKÇE TEKBIR VE SELÂM

        Aradan yarım saat geçtikten sonra Ankara’dan yeni talimat geldi. ‘Gözlerden uzak bir şekilde, mümkün olduğu kadar az bir cemaatle, dışarıya da hiçbir şekilde aksettirilmeden kılınsın; kat’iyyen fotoğraf çektirilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarına da aksettirilmesin’ deniyordu. Makbule Hanım’ın namazın camilerden birinde kılınması yolunda ısrar edebileceği düşünülerek zamanın Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi’den (Börekçi) sarayda kılınabileceği konusunda fetva da alınmıştı.

        Yanlış saymadı isem, cemaat ben dahil olmak üzere 11 kişiden ibaretti. İmamete, Şerefeddin Efendi geçti (dört sene sonra, 1942’de Diyanet İşleri Reisi olacak olan din âlimi Şerefeddin Yaltkaya) ama o senelerde Arapça ezan ile tekbir yasaktı ve ne yapacağımız hususunda kararsızdık... Arapça tekbir getirdiğimiz takdirde devletin, Türkçe okuduğumuz takdirde de Makbule Hanım’ın hışmına uğramamız ve hanımefendinin ‘Yeniden, doğru dürüst kılın’ demesi ihtimali vardı.

        Tabutun önünde saf tuttuk, Şerefeddin Efendi imamete geçti, tekbiri ‘Tanrı uludur’ diye Türkçe getirdi, namaza başladık ve Efendi diğer üç tekbiri de Türkçe getirdi. Sıra ‘Esselâmü aleyküm ve rahmetulah’ diye selâma gelmişti, Şerefeddin Efendi her iki selâmı da ‘Esenlik üzerinize olsun’ diye yine Türkçe verdi.

        GÜLÜMSÜYOR GİBİ GELMİŞ

        Şerefeddin Efendi selâmları vermek için başını her iki yana çevirdiği sırada çehresinde acı bir tebessümün mevcudiyetini hisseder gibi oldum ama bilmiyorum, belki de yanılmışımdır...

        Makbule Hanım, namazın kılınmasını salonun bir köşesinde ağlayarak ve dualar ederek takip etti ve çok şükür korktuğumuza uğramadık... Tekbirin ve selâmların Türkçe olmasına bir şey demedi; belki de ağabeyini kaybetmiş olmanın verdiği elemden farketmemişti.

        Namaz bittikten sonra kapılar açıldı, askerler geldiler ve tabut saraydan çıkartılıp avludaki top arabasına yerleştirildi...”.

        Diğer Yazılar