Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mustafa Koç’un apansız vedasının ardından yerine kardeşi Ömer Koç’un gelmesi üzerine gazetelerde günlerden buyana bir Ömer Koç rüzgârıdır esiyor... Hakkında kolleksiyonunun zenginliğinden tutun Londra’daki evinin odalarına parmak izi okuyan cihazlardan geçilerek girilebildiğine, Avrupa’daki önemli sahhafları sık sık dolaştığına ve müzayede kataloglarını aksatmadan takip ettiğine kadar çeşit çeşit yazılar çıkıyor...

        Ama, böyle dünya kadar yayına rağmen, Ömer Koç’un asıl önemli olan özelliği gündeme hiç getirilmiyor:

        “Patron”luğu!

        “Patron” sözü ile hehangi bir işyerinin yahut koskoca bir holdingin başında bulunmayı değl, “sanat ve kültür hâmîliği” kavramını kastediyorum...

        Geçmişin klasik sanatçıların çoğunun mutlaka hâmîleri, yani destekçileri ve koruyucuları olmuş; bu himayeye “patronaj”, koruyucu ve destekçilere de “patron” denmiştir. Rönesans sanatı varlığını büyük ölçüde Medici, Pazzi, Borghese, Colonna, Barberini, Pitti gibi geçmiş asırlardaki zengin ailelerin desteklerine borçludur.

        İZNİK, SAYESİNDE TANINDI

        Şark dünyasında ve bizde de vaziyet aynıdır, yani birçok önemli sanatçının arkasında genellikle bir “patron” vardır. En güçlü patron saray, yani zamanın hükümdarıdır ve imparatorluk döneminde önemli klasik eserlerin İstanbul’da verilmiş olmasının sebebi de sanatçının saray ile bu yakın ilişkisidir. Patronlar maddî yahut sosyal destek sağlamak suretiyle asırlar boyunca yetenek sahibi sanatçının arkasında durmuş, gösterdikleri iltifata mukabil kalıcı eserler verilmesini sağlamışlardır.

        Halil İnalcık’ın “Şair ve Patron” isimli kısa ama bu konuda tek ve çok önemli olan kitabını okuduğuuz takdirde, Divan Edebiyatı’nın şairin yeteneğinin yanısıra patronaj müessesesi ile ayakta durduğunu görürsünüz...

        Türkiye’de imparatorluğun sona ermesi ile beraber eski güçlü patronaj sistemi de nihayet bulmaya yüz tuttu ve tekrar canlanıp kendini göstermesi için aradan uzun seneler geçmesi gerekti. Gerçek patronajın bu uzun aradan sonra gelen en önemli temsilcileri de mensuplarından bazıları ayrı ayrı kendi müzelerini kuran Koç Ailesi, özellikle de Vehbi Koç’un 2003’te vefat eden ortanca kızı Sevgi Gönül oldu...

        Türkiye’nin en önemli kolleksiyonerlerinden ve patronlarından olan Sevgi Hanım başta “tekke levhası” ibâresi olmak üzere bazı sanat kavramlarının mucidi ve çok daha önemlisi, İznik Çinileri’nin bugün dünyanın en seçkin sanat eserleri arasında yeralmasını sağlayan kişi idi...

        Ömer Koç, halası Sevgi Gönül’ün başlattığı koleksiyon ve patronaj işini daha büyük boyutlara getirdi. Meselâ, Sevgi Hanım’ın gönül verdiği İznik Çinileri’nin en zengin özel kolleksiyonu bugün Ömer Koç’a aittir ve konunun meraklıları “Iznik: The Ömer Koç Collection” isimli ve yerinden zor kaldırılan katalogu inceledikleri takdirde sahip olduğu nâdir parçaları görebilirler.

        TOPLADIĞINI BİLME ŞARTI

        “Kolleksiyoner” ile “patron” arasındaki önemli fark birinin sadece toplaması, diğerinin ise topladıklarının mahiyetini ve özelliklerini bir akademisyen seviyesinde, hattâ daha da derin şekilde bilmesidir.

        Kolleksiyonerler arasında da konuya hâkim olanlar tabii ki vardır ve gerçek kolleksiyoner zaten estetik zevk ile bilgiyi birarada götürebilen kişidir ama “patron” o konunun uzmanıdır, sahip olduğu objeler hakkında akademik bilgisi vardır.

        Hakkında çıkar yazılarda Ömer Koç’un sadece eski eser ve kitap kolleksiyonundan bahsediliyor ama Türkiye’de bugüne kadar gereken öneme bir türlü sahip olamayan “efemera”yı, yani tarihî belge kolleksiyonerliğini onun başlattığı, bu alanda ve fotoğraf konusunda ilk ve çok önemli yayınları yine onun yaptırdığı, diğer sâhalardaki malûmatı, meselâ aristokrasi konusundaki bilgisi ve çevresi hatırlanmıyor..

        Ömer Koç’tan sözedilirken mutlaka söylenmesi gereken diğer önemli özelliği işte buradadır: Sahip olduğu tarihî objelerin ne olduğunu akademisyen seviyesinde bilmesi, kütüphanesindeki Klasik Yunanca’dan Latince’ye ve bugünün Batı dillerine kadar değişik lisanlardaki kitapları rahatça okuyup anlayabilmesi, o dilleri rahatça konuşabilmesi ve Batı kültürünün yanısıra bizim eski harflere de gayet iyi âşina olması...

        Holdingde üstlendiği zor vazifenin, Ömer Koç’un entellektüel ve kültürel alandaki önemli faaliyetlerine ve bekleyen yayınlarına zaman bakımından engel teşkil etmemesi temennisindeyim...

        Diğer Yazılar