Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cevdet Paşa’da yahut yine o devirde kaleme alınmış tarih kitaplarından birinde okumuştum:

        Bir İngiliz savaş gemisi, 19. asrın ortalarında, tahtta Sultan Abdülâziz’in bulunduğu senelerde, majestelerinin denizinde dolaşır gibi İstanbul’a haber falan vermeden dangıl dungul Ege’ye dalar, Çanakkale’ye kadar uzanır, maişetini çıkartmaya çalışan balıkçıların bulunduğu küçük bir teknemize çarpıp batırır ve neticede on-on iki balıkçı İngilizler’in kurbanı olur...

        Zamanın sadrazamı Keçecizade Fuad Paşa ile Bâbıâlî haklı olarak kıyametleri kopartır, İngiltere’nin hem kazada can verenlerin ailelerine tazminat vermesini hem de savaş gemisinin Türk karasularına izinsiz şekilde girmiş olmasından dolayı hükümet olarak özür dilemesini talep ederler...

        ‘TEKNE İLE BATAN BAYRAK’

        İngilizler, Bâbıâlî’yi Rusya’ya karşı kendi yanlarında tutmak istedikleri için mecburen iyi bir tazminat verir ama özür bâbında tek söz etmezler. Fuad Paşa bastırır, İngilizler susar, İstanbul’daki İngiliz elçisi günaşırı Bâbıâlî’ye davet edilip “Özürden ne haber Sir?” diye sorulur, ısrar üstüne ısrar edilir ama Londra’dan tık yoktur!

        Elçi, çareyi saraya gidip Türk Hükümeti’nin inadını Sultan Abdülâziz’e şikâyette bulur. Huzura çıkıp “Majesteleri, lûtfedin, şu sadrazamınıza bir-iki söz edip susturun. İstediği tazminatı verdik ama özür konusundaki ısrarı artık haddi aştı, canımızı sıkar oldu” der ve işin tuhafı hükümdarı da iknaya muvaffak olur...

        Sultan Aziz ertesi gün Fuad Paşa’yı çağırır, “Yahu Paşa, herifler istediğin tazminatı vermişler, mesele hallolmuş. Özür dileyeceksiniz diye hâlâ neden tutturursun, batan gemi de alt tarafı ufak bir balıkçı teknesi imiş” diyecek olur ve Paşa’dan emsalsiz bir cevap alır:

        Fuad Paşa “Haklısınız efendimiz” der. “Ama unutmamamız lâzım: İngiliz’in batırdığı gemi buyurduğunuz gibi ufacık bir tekne idi ama direğinde Osmanlı bayrağı vardı. Tazminatı bîçare balıkçıların geride bıraktıkları ailelerine dağıtmak üzere aldık, özürü de batırdıkları bayrak için istiyoruz. Israr buyuracak olursanız işte mühür, beni sadaretten affedin yahut azledin!”...

        Sultan Aziz’in bu cevaptan sonra ısrarı bırakıp devreden çıkması üzerine Bâbıâlî’nin İstanbul’daki İngiliz elçisine yaptığı baskılar daha da artacak ve neticede İngiltere özür dilemek mecburiyetinde kalacaktır...

        Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’nın sözleri, imparatorluğun izzetinefis meselesini hemen her alanda daima ilk plâna aldığı günlerin son örneklerindendir. Ama hariciyemizde 1870’lerin ortalarından itibaren yıkılışa kadar Batı’ya karşı genellikle hep bir “alttan alma” politikası hâkim olacak, “izzetinefis” artık ikinci, bazen daha gerideki sıraları işgal edecektir.

        İzzetinefsi ön plâna alan dış politika, İstiklâl Harbi’nin ilk günlerinden itibaren eski hâline döndü, bazı dönemlerde geri adımlar atılsa da bu kavram kararlarımızda hep önceliği işgal etti...

        BRAHMS MI, ‘DANDİNİ DANDİNİ’ Mİ?

        Ama bir konu hariç: Avupalı olma ve Avrupa’ya vizesiz gidebilmek için sadece zamanın hükümetleri değil, millet olarak “Ne buyurmuştunuz efendimiz? Daha ne yapmamızı irade etmiştiniz? Vermemizi arzu ettiğiniz başka bir taviz kaldı ise lûtfedip söyleyin, verelim” dedik, boynumuzu büktük, vizesiz günlerin hayalini kurup bekledik ve hâlâ bekliyoruz!

        Bu öyle bir bekleyiş idi ki, Papa cenapları Mesih’in, Şii uleması Mehdi’nin gelişini ve geçmişin Turancıları da Kızıl Elma’ya ulaşmayı böylesine derin bir iştiyakla herhalde beklememişlerdi!

        Elli küsur senedir devam eden “vizelerin kalkması” hevesimizin hakikat olup olmayacağı an, büyük ihtimalle bugün! Avrupa Birliği’nin bilmemne komisyonu toplanacak, vizenin kalkıp kalkmayacağına karar verecek, hakkımızda şayet vize muafiyeti kararı alacak olurlarsa öyle bir mertebeye yükseleceğiz ki, sanki göğün dokuzuncu katından da yükseklere çıkmış olacağız...

        Ama ya hayâlini kurduğumuz kararı vermezler de vizeyi kaldırmazlarsa ne olacak?

        Hiiiç! Brahms’ın “Ninni”si ile değil, “Dandini dandini dastana” ile büyüdüğümüzü ve arada bir Fuad Paşa’yı hatırlamamız bile “Artık yeter!” diyebilmemiz için kâfidir!

        Diğer Yazılar