Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1980’lerin ortalarıydı, 85 yahut 86 olacak...

        Afrika’nın göbeğindeki Çad’ın toprak evlerle barakalardan ibaret olan ve başkanlık sarayından başka iki katlı tek bir binanın bile bulunmadığı başkenti Njamena’ya gitmiştim....

        Libya ile Fransa orada birbirini yiyordu ve sebebin memleketin kuzeyindeki uranyum zengini Uzu Şeridi’nin gayet zengin uranyum yatakları olduğu söyleniyordu.

        Ama ortada Çad ordusu diye bir şey yoktu, savaşanlar Libya ile Fransa idi... Zira Çad’ın öyle doğru dürüst bir ordusu zaten hiç vârolmamıştı, mevcut birkaç bölük de ardarda yapılan darbeler yüzünden dağılıp gitmişti ve Kaddafi’nin askerleri Uzu’yu işgale başlayınca Fransa, lejyonerleri ile bombardıman uçaklarını, yani Miragelar’ı hemen Njamena’ya göndermişti...

        Fransız lejyon subaylarından birine “Libya’da ne işiniz var? Uzu’da bu kadar bol uranyum mu var?” diye sormuştum.

        Adam “Ne alâkası var mösyö?” demişti... “Burası eskiden Fransa idi, Kaddafi işgale kalkınca eski toprağımıza yardıma geldik! Uranyum meselesi falan çok sonraki iş!”.

        “Eski toprak”, yani emperyal hisler...

        “AĞABEYLİK” VAZİFESİ

        Aynı mantığa sonraki senelerde, 90’ların başında Cezayir’deki kanlı hadiseler sırasında da şahit oldum... 1962’ye kadar Fransız toprağı olan Cezayir’e uzun ve kanlı bir bağımsızlık savaşının ardından bağımsızlık getiren FLN, yani Özgürlük Cephesi memleketi esaretten kurtarmanın heyecanı ve hırsı ile Cezayir’i otuz sene içerisinde öyle perişan hale getirmişti ki, 1990’da yapılan seçimleri İslâmî Cephe “FIS” kazandı. FLN gitmemekte direndi, FIS haklı olarak sokağa indi ve Cezayir’de kanlı bir iç savaş başladı...

        O günlerde Cezayir’de idim, terörün, didişmenin, ucuz politikanın ve çaresizliğin daniskasını orada gördüm...

        Hadiselerin nisbeten yatışmasını, memleketin eski hâkimi olan Fransa sağladı... Bütün hay-huy arasında dokunulmazlığı olan tek mekân zaten Fransız Büyükelçiliği idi ve büyükelçi Cezayir’de liderlerden de önemli gibiydi. Cumhurbaşkanı François Mitterrand ardarda heyetler gönderiyor, heyetlerin işin içinden çıkamadığı zamanlarda muhalif grupların liderleri Paris’e davet ediliyor ve kan dökülmesine son verilmesi maksadıyla toplantı üstüne toplantılar yapılıyordu.

        Nihayet sağlanabilen uzlaşmada, Fransa’nın büyük olmasa bile önemli rolü vardı...

        Bu gibi hadiselerin örnekleri daha pek çoktur, eski imparatorluklar yahut geçmişte denizaşırı topraklara sahip olan memleketler bu topraklar ellerinden çıkmış olsa bile gerektiği zamanlarda devreye girer; bir çeşit “ağabeylik” edip sıkıntıları, tehditleri ve tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışırlar...

        VİCDANÎ VE TARİHÎ GÖREV

        Seneler önce yaşadığım bu hadiseleri İsrail ile ilişkilerimizin normalleşmeye başlamasının ardından Gazze ile tekrar ve yakından alâkadar olup yardım konvoyları göndermeye başlamamız üzerine hatırladım...

        1917 Kasım’ında İngiliz birliklerine terketmek zorunda kaldığımız Gazze tam 401 sene boyunca bizim toprağımız, bugün Gazze’de yaşayanların büyük dedeleri de vatandaşlık kavramının olmadığı o devirlerde devletimizin “teb’ası” idiler... Kıt’a Arabistanı’nı, yani bugünkü Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin bulunduğu toprakları İngilizler’den para ve silâh desteği almış olan Şerif Hüseyin’e terketmiştik ama Gazze’de, Filistin’de ve Irak’ta İngilizler ile çarpışmış, mağlûp olmuş ve bu toprakları Kıt’a Arabistanı’nda olduğu gibi oraların halkına değil, İngilizler’e bırakmak zorunda kalmıştık. Gerçi yenilgimizi kesin hâle getiren 6 Kasım 1917’deki Üçüncü Gazze Muharebesi’nde İngiliz birliklerinin yanında Mekke Şerîfi Hüseyin’in oğullarından Faysal’ın kumandasındaki isyancı Araplar da vardı ama mağlûbiyetimizin asıl sebebi İngilizler olmuştu.

        Gazze’de yaşanan facialara karşı çıkıp ablukanın perişan ettiği sâkinlerine insanlık vazifesinde bulunmak o toprakların eski hâkimi olan bizler için hem tarihî, hem de oralarda canını vermiş olan onbinlerce Mehmetçik’in hatırasına karşı vicdanî bir vazifedir.

        Bir zamanların “emperyal” olan bugünün güçlü devletlerinin yapmaları gereken de budur!

        Diğer Yazılar