Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocukluk senelerimizin bekçilik sistemi tekrar hayata geçirildi ve İstanbul’da 386 bekçi göreve başladı. Eski senelerin hatırası olan bekçiler halk tarafından her zaman hoş şekilde değerlendirilmişler, polisten çekinilmesine rağmen bekçiye muhabbet hissedilmiş ve günlük konuşmada da “bekçi baba” diye bilinmişler, hattâ edebiyatımızda bile yeralmışlardı.

        Hükümet geçen Nisan’da çıkarttığı bir kararname ile çarşılar ve mahalleler için 7 bin bekçi kadrosu ihdas etmişti. Başvuruların alınıp elemelerin ve eğitimlerin tamamlanmasının ardından İstanbul’da görevlendirilmeleri kararlaştırılan 700 bekçiden 386’sı bu hafta işbaşı yaptı; eğitimleri devam eden yeni bekçiler de önümüzdeki günlerde diğer illerde görevlerine başlayacaklar.

        Başka şehirleri bilmem ama, “bekçi”, İstanbul’da büyümüş yaşıtlarım için hoş bir hatıradır. Kahverengi üniformaları, başlarında ön kısımları pileli şapları ile arada bir resmî evrak tebliği için evlere gelen, geceleri devriye gezen ve düdüğünü sık sık işittiğimiz bir hatıra...

        Geçen hafta göreve başlayan yeni bekçiler.

        MÜŞFİK KENTER’İN FİLMİ

        Bekçi ile polis arasında psikolojik bakımdan önemli bir fark vardı. Polis ve karakoldan çekinilir, bekçiye muhabbet duyulurdu. Anneler çocuklarını, “Yaramazlık edersen seni polise veririm” diye korkuturdu ama bekçiler günlük konuşmaya “bekçi baba” diye geçmişlerdi.

        Toplumun bekçileri nasıl gördüğü konusunda malûmata sahip değilseniz, başrolünü rahmetli Müşfik Kenter’in oynadığı “Bekçi Murtaza” filmini seyredin. Murtaza üzerinden yapılan psikolojik analizleri bir tarafa bıraktığınız takdirde, “bekçi” kavramın o senelerde ne mânâya geldiğini rahatça farkedersiniz.

        Birkaç ay önce, neresi olduğunu unuttum ama emniyet ile ilgili bir yerde çocukluğumda vârolan üniformalardan birini giymiş bir bekçiye tesadüf edip şaşırdım ve kadrolarının çok az olmasına rağmen bekçilerin hâlâ mevcut olduklarını öğrendim...

        REŞAD EKREM ANLATIYOR

        Uygulanmasına başlanan bu yeni kararname ile şimdi bekçilik kadroları canlandırılıyor ve bekçi sayısı arttırılıyor...

        Ama ille de bir gariplik etmemiz şart ya! Böylesine eski bir geleneğin duyulan ihtiyaç üzerine tekrar hayata geçirilmesini, yani bekçi kadrolarının yeniden kurulmasını şimdi “devlet terörü estirmek için yapılan yeni bir girişim” olarak değerlendiren yorumlar yapılıyor...

        İstanbul’da asırlar boyunca vârolan bekçiler şehrin hem tarihine, hem de edebiyatına girmişlerdir ve Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nin 1961’de yayınladığı “Bekçi, Bekçi Baba, Mahalle Bekçileri” maddesinde bekçi kavramını mükemmel şekilde izah eder...

        Aşağıda, Reşad Ekrem’in ansiklopedisinden yaptığım alıntıları veriyorum:

        “Mahalle bekçileri İstanbul’un günlük hayatında dirlik ve güven bakımından asırlar boyunca o kadar önemli bir yer almıştır ki, büyük şehrin edebiyatına girmişlerdir.

        Cumhuriyet devrinde bekçi, üniforma giydirilmiş, ücretli, aylıklı ve kaymakamlar tarafından tayin edilen, polise yardımcı bir zabıta memuru olmuştur ve hizmet ettikleri mahalle veya semti polis karakoluna bağlanmışlardır. Halktan makbuz karşılığında muayyen bir bekçi parası toplanır fakat bekçiler bu paraya el atmayıp kıdemlerine göre tesbit edilmiş ücretlerini alırlar....

        (Eski asırlarda) silâhlı değildiler, ellerindeki ucu demirli ağır bekçi sopaları yegâne silâhları idi. Yatsıdan sonra, mahalle mahalle büyük şehir onların olurdu. Kaba taş döşenmiş sokaklarda sopalarını vura vura geçerken, evlerin içine tam bir güven havası yayılırdı; bazen de gür sesleri uyuyanları dehşet ve heyecan içinde yataklarından fırlatırdı”.

        Bir 17. asır bekçisi.

        Bekçiler, 20. yüzyılın başlarında kartpostallara da konu olmuşlardı.

        ELBİSELERİ VE AYLIKLARI

        Reşad Ekrem daha sonra, önceleri muhtarlıklara bağlı olan sivil mahalle bekçilerinin yerini 1944’ten itibaren kaymakamlıkların bünyesindeki bekçi teşkilâtının aldığını yazıyor ve şöyle anlatıyor:

        “İstanbul’un her ilçesinde bir bekçi bürosu vardır. Bekçi aylıkları bu büroların tahsildarları tarafından toplanır, aylıklar bu paradan verilir. Bekçiler götürü ücret vergisine tabidirler.

        Bekçilerin aldıkları maaş nettir. Her üç senede bir kıdem zammı, her sene sonunda da bir maaş nisbetinde ikramiye alırlar. Senede bir takım elbise-üniforma, bir palto, bir çift ayakkabı verilir. İlâç paraları teşkilât tarafından ödenir, doğum ve ölüm yardımı görürler. Üniformaları da şöyledir: Kahverengi kalın kumaştan yapılmış kapalı yakalı ceket, aynı kumaştan külot pantolon, tozluk, kasket, tokalı kemer ve omuzdan çaprazlama ince kayış. Birer beylik tabancaları ve birer düdükleri vardır. Sol göğüste kırmızı bez üzerine pirinçten sekiz köşeli bir yıldız, ortasında bir ‘B’ harfi... Kemerin tokasında da ‘Bekçi’ yazılıdır ve toka numarası denilen sicil numaraları bulunur.”

        Bekçiler geçmişte bizzat okudukları yahut konuları bakımından onlara mâledilen “mâni” denen dörtlükler ve destanlar ile eski edebiyatımızda da yer bulmuşlardır...

        Aşağıdaki kutuda, bu destanlardan biri yeralıyor...

        ESKİ ASIRLARDAN KALMA BİR BEKÇİ İSYANI

        DESTANLAR ile mânilerin folklorik edebiyatımızda önemli yerleri vardır. Tarihî olayların ayrıntılarını gözler önüne sererler, sosyal hayatın bugün artık az bilinen taraflarını anlatırlar ve hattâ bazı savaşların nasıl olduğunu da destanlardan öğreniriz.

        Reşad Ekrem Koçu.

        Bu şiirler hemen her konuda kaleme alınmışlardır ve konuları arasında bekçiler de bulunur.

        Muhtar Yahya Dağlı’nın 1948’de yayınladığı ve bugün hayli nâdir olan “Bekçi, Bekçi Baba, Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katarları” isimli eserinde, isminden de belli olduğu gibi bekçilerin de konu alındığı şiirler yeralır.

        İşte, bu şiirlerden biri olan “Bekçinin bezirgânlığı” yani “tüccarlığı” isimli destan:

        “Bekçibaba sözün nedir? / Dâim kazandığın yedir / Vârın veren yâd olmamış / Ahvâl-i âlem böyledir.

        Sözlerim râyegân ettim (bedava söyledim) / Âleme dâsitan ettim / Sizlere hikâyetim var / Bekçiyi bezirgân ettim.

        Vedâ ediyor dostâna / Gitmiyor bağ u bostâna / Kimbilir gelir ya gelmez / Gidiyor Arabistan’a.

        Bekçiye dua eyleyin / Yolun açık olsun deyin / Deryâdan (denizden) Mısr’a gidecek / Bir kalyonun verdim peyin.

        Gittiği yolu bildirdim / Bekçinin benzin soldurdum / Alıp cümle metâların (mallarını) / Kalyon içine doldurdum.

        Bana ederseniz sual / Nedir Mısr’a gidecek mal / Minare gölgesi ile / Davul tozu elli çuval.

        Gider iken yolda katar / Lodosu kim alır satar / Poyraz geçermiş orada / Yolladım kırkelli kantar.

        Bekçi, ağır yüktür kurşun / Yoğurt al kırkelli arşın / Her ne götürsen satılır / Dilerim şen ola çarşın.

        Her ne istersen alayım / Ben seni sadık bulayım / Öteden getireceğin / Şeyi sipariş kılayım.

        Gözyaşı alma bekçi gel / Akçe etmez tûl-i emel (hırs) / Bin kuruşluk çanak çömlek / Var imdi al etme kesel (tembellik etme).

        Sakınıp deryâya dalma / Başını kavgaya salma / Bir akçeye de verseler / Kimsenin âhını alma. Lodostan al vâfir (çok) yedek / Elde bulunsun sakla pek / Bir şey al ki fayda olsun / Kuru yerde çekme emek.

        Züğürtlüğü alma sakın / Gelmesin bu yere yakın / Devlet kuşunu araştır / Sağına soluna bakın.

        Nedir dersen devlet kuşu / Devlet kuşudur bahşişin / Dilerim ki bekçi senin / Devlet kuşu yarsın başın.

        Bekçi sakalını tarar / Fikrinden başını yarar / Ey benim ağa efendim / Sözlerimiz buldu karar”.

        9. yüzyılın başında kaleme alınmış olan “Zenannâme”den bir çizim: Mahallenin bekçisi, imam, zaptiye ve halk, fuhuş yapıldığı ihbar edilen bir evi basıyor.

        Diğer Yazılar