Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kader herhangi bir konuda cilve yapmaya kalkışacak olsa, Kudüs’teki bu son cilvesinden daha mükemmelini herhalde bulamazdı: İslâm’ın ilk kıblesi olan ve 401 sene boyunca elimizde olan Kudüs’ü 9 Aralık 1917’de bir Amerikan hastahanesinden aldığımız yatak çarşafından yapılmış beyaz bir bayrak çekip ilk rastladığımız iki İngiliz aşçı çavuşa teslim etmiştik ve Başkan Trump’ın ortalığı karıştıran Kudüs kararı da işte bu yıldönümüne tesadüf etti!

        AMERİKAN Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından dünya diken üzerinde, darbeci Arap memleketleri ile Amerika’nın uydusu hâlindeki Arap hanedanlarından cılız sesler yükselirken karara en sert tepki Türkiye ile Filistin’den geliyor, Kudüs’te ise vaziyet hem kanlı, hem de karmakarışık...

        Kader herhangi bir konuda cilve yapmaya kalkışacak olsa, Kudüs’teki bu son cilvesinden daha mükemmelini herhalde bulamazdı, zira Birleşik Amerika’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı, şehrin Birinci Dünya Savaşı sonrasında elimizden çıkışının tam 100. yıldönümüne rastladı.

        “Bundan daha şaşırtacak bir cilve mi olur?” dememin sebebi, işte bu tesadüf...

        ‘OSMANLI BARIŞI’ HAYÂLİ

        Kudüs’ün 9 Aralık 1917 sabahı İngilizler tarafından resmen işgalini daha önce ben de yazmıştım, başkaları da anlatmışlardı ama hem bu yıldönümünün vesilesi, hem de tarihin bu garip cilvesi sebebiyle şehrin elimizden çıkışının öyküsünü tekrar yazmak ve o günlerde yaşanan ve az bilinen bazı hadiseleri anlatmak istedim.

        Ortadoğu’nun, özellikle de Filistin ile Kudüs’ün Osmanlı idaresi altında bulunduğu asırlarda barış içerisinde olduğunu, değişik dinlere mensup halkın beraberce gayet rahat yaşadıklarını söyleyip bu huzura “Pax Ottomana”, yani “Osmanlı barışı” ismini verenlerin anlattıklarına pek inanmayın! Bir milletler topluluğu olan imparatorluğun hiçbir bölgesi huzur içerisinde olmamıştı, hemen her yerde asırlar boyunca anlaşmazlıklar, başkaldırılar ve çatışmalar yaşanmıştı. Balkanlar’da, Suriye’de ve Filistin ile Kudüs’te de vaziyet böyle idi. Yani hemen her cemaatin hem birbirleri ile hem de imparatorluk ile bir derdi, bir anlaşmazlığı mevcuttu; işin içine yabancı devletler de dahil olmuştu ve İstanbul asırlar boyunca bu anlaşmazlıkları halledebilmek için ter dökmüştü.

        İZZET BEY’İN MEKTUBU

        Arşivlere girip de bu sıkıntıları anlatan belgeleri gördüğünüz takdirde milletin birbirinin gözünü asırlarca nasıl oyduğunu ve “Osmanlı barışı” iddiasının nasıl bir hayalden ibaret olduğunu hemen görürsünüz...

        Şimdi, Kudüs’ün elimizden çıkışını anlatayım...

        Biz, İslâm’ın ilk kıblesi olan Kudüs’ü elimizde bir Amerikan hastahanesinden aldığımız yatak çarşafından yapılmış beyaz bir bayrak ile ilk rastladığımız iki İngiliz aşçı çavuşa teslim etmiştik!

        Birliklerimiz, İngiliz generali Edmund Allenby’nin 1917’nin 7 Kasım sabahı giriştiği son saldırıya karşı koyamadı ve o gün öğleden sonra çekilmeye başladık, Gazze’yi vermemizin ardından 120 kilometre geriye gittik ama Suriye’de tutunmaya çalıştığımız sırada Filistin’in tamamı elimizden çıkıverdi.

        Allenby daha sonra Kudüs’ü kuşattı, şehrin idarecisi İzzet Bey birliklerimizin ardarda yenilmeleri üzerine İstanbul’u bilgilendirdikten sonra İngilizler’e teslim olmaya karar verdi ve Kudüs’ün önde gelen ailelerinden olan “el-Hüseynî”lerin mensubu Belediye Reisi Vekili Hüseyin Salim el-Hüseynî ile İngilizler’e bir teslim mektubu gönderdi. Mektupta “İngiliz Kumandanlığı’na: Her milletçe mukaddes olan Kuds-i Şer’if’te iki günden beri bazı emâkine (mekânlara) obüsler düşmektedir. Hükümet-i Osmaniye’ce sırf emâkîn-i diniyyeyi (dinî mekânları) tahripten vikayeten (korumak için) asker kasabadan çekilmiş ve Kamame ve Mescid-i Aksa gibi emâkîn-i diniyyenin (dinî mekânların) muhafazasına memurlar ikame edilmiştir. Tarafınızdan da bu yolda muamele edileceği ümidiyle işbu varakayı Belediye Reisi Vekili Hüseynîzade Hüseyin Bey ile gönderiyorum efendim. Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet. 8-9/12/33 (1917)” deniyordu.

        HEMŞİRE BERTHA YAPTI

        Belediye Reis Vekili el-Hüseynî, İngilizler’in ateş açmamaları için şehirden elinde beyaz bayrakla çıkmak zorundaydı ve bayrak işini Amerikan Hastahanesi’nin hemşirelerinden Bertha Spafford Vester halletti: Beyaz bir çarşafı yırttı, bir sopanın ucuna geçirerek el-Hüseynî’ye verdi ve el-Hüseynî yanına Kudüs Polis Müdürü Hacı Abdülkadir ile bir-iki de asker alarak 9 Aralık sabahı sabah saat sekize doğru surların dışına çıktı.

        Grup birkaç dakika sonra iki İngiliz çavuşuna, Londra Alayı’nın 19. Taburu’ndan Çavuş James Sedgewick ile Çavuş Frederic Hurcomb’a tesadüf edip ellerindeki beyaz bayrağı sallayarak “Kudüs’ün teslim mektubunu getirdiklerini” söylediler.

        Ve, kaderin bir başka cilvesi: Çavuş Sedgewick ile Hurcomb taburun aşçıları idiler; o sabah bir iddiaya göre temiz su, bir iddiaya göre de yumurta bulabilmek için karargâhtan uzaklaşmışlar ve beyaz bayrak çekmiş teslim heyeti ile tesadüfen karşılaşmışlardı...

        Çavuşlar mektubu almayı reddedip vaziyetten kumandanlarını haberdar ettiler ve İngiliz generaller arasında yarım saat kadar devam eden temasların ardından 180. Piyade Tugayı’nın Kumandanı Tuğgeneral Watson, el-Huseynî’den teslim mektubunu aldı.

        Ama devreye Watson’un âmiri Tümgeneral John Shea girdi, teslim muamelesini kendisinin yapması gerektiğini söyleyip mektubun iadesini emretti, Watson şehre gidip emri yerine getirdi ve General Shea, General Allenby’yi ayrıntılardan haberdar ettikten sonra mektubu gidip bizzat aldı.

        İngiltere Başbakanı Lloyd George o akşam Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada “Kudüs’ün alınmasının İngilizler için mükemmel bir Noel hediyesi olduğunu” söyleyecek, haberin duyulmasının ardından Avrupa’daki kiliselerde çanlar çalınıp şükür âyinleri yapılacak, hattâ Kudüs’ün asırlar sonra yeniden Hristiyanlar’ın eline geçmesi müttefikimiz olan Almanya’daki bazı kiliselerde de âyinlerle kutlanacaktı.

        Kudüs, 9 Aralık 1917’de elimizden çıkmıştı ama 29 Aralık’ta yayınlanan Türk savaş tebliğine göre İngilizleri püskürtmüştük!

        İLK YAHUDİ BAYRAĞI

        İngiliz birliklerinin o gün şehre girmelerinin hemen ardından Davud Kulesi’nde bir tuhaflık yaşandı: İngilizler’in Yeni Zelanda’dan getirdikleri birliklerde görevli olan Isaak Salek adındaki bir Yahudi çavuş kuleye elle yapılmış ve üzerinde Davut Yıldızı bulunan bir bayrak çekti ama Kudüs’te ilk Yahudi sembolü olan bayrak İngiliz Kumandanlığı’nın emri ile yirmi dakika sonra indirildi.

        Kudüs’teki 401 senelik hâkimiyetimiz, İngilizler’in “boğa” lâkaplı maraşalı Kont Edmund Henry Hynman Allenby’nin şehre bizde “Babu’l-Halil” yani “Hazreti İbrahim Kapısı”, Batı’da da “Yafa Kapısı” diye bilinen ve üzerinde Kanunî Sultan Süleyman’ın koydurduğu “Lâ ilâhe illâllah, İbrahim halilullah” yani “Allah’tan başka ilâh yoktur, İbrahim de onun dostudur” yazan kitabenin bulunduğu kapıdan yaya olarak girmesi ile noktalandı.

        General Allenby’nin Kudüs’e girişinden hemen sonra yayınladığı sıkıyönetim bildirisi.

        Allenby, şehre yürüyerek girmesinin sebebini “Böyle kutsal bir şehre otomobil ile yahut at üzerinde girmek mekâna saygısızlıktır” diye açıklamıştı ama vermek istediği mesaj farklı idi: Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in Kudüs’ü 1898’de ziyareti sırasında şehre otomobil ile girmesinin, hattâ Halil Kapısı’nın İmparator’un otomobilinin geçebilmesi için genişletmemizin, daha doğrusu kapının yan tarafındaki duvarları yıktırmamızın yarattığı tepkiye karşı propaganda yapmak!

        Kader, Yavuz Sultan Selim’in fethettiği ve 401 sene boyunca Türk idaresinde kalan Kudüs’ün teslim ânında karşımıza bula bula İngiliz ordugâhında aşçılık eden işte bu iki çavuşu çıkartmıştı!

        Diğer Yazılar