Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Devlet, 1925’te bastırılan Şeyh Said İsyanı’ndan hemen sonra önde gelen idarecilerden Dersim hakkında rapor hazırlamalarını istemişti. Rapor yazanlar arasında 1925’teki Şeyh Said İsyanı sırasında Diyarbakır Valisi olan ve ertesi yıl Elâzığ Valiliği’ne getirilen Ali Cemal Bey de vardı. “Dersim’e şefkat gösterilmesi ve eğitim götürülmesi şarttır” diyordu ama bu rapor gözardı edildi.

        TÜRKİYE, Dersim’de 1930’larda yaşanan acı hadiselerin üzerinden 70 küsur sene geçtikten sonra olup bitenlerle yüzleşmeye, daha doğrusu Dersim ile yeni yeni tanışmaya başladı... “Tanışmaya başladı” diyorum, zira Dersim’de vakti zamanında olup bitenler çok değil, bundan bir-iki sene öncesine kadar o acıları yaşamış olanların soyundan gelenler yahut az sayıda tarihçi veya bazı devlet görevlileri dışında kalan sıradan vatandaş tarafından pek bilinmezdi. Hadiselerin üzeri örtülmüştü, ve bilinmesine de konuşulmasına da imkân zaten yoktu.

        HER GÜN KONUŞULURDU

        Ben, Dersim’de olup bitenleri “bilen” ve “konuşan” bir çevrede yetiştim. Türkiye’nin gündeminin şimdi ilk maddesi haline gelen Dersim ve Şeyh Said ayaklanması tâââ ilkokul senelerimden itibaren hemen her gün duyduğum, ayrıntılarını o zamanlar pek bilmesem de yaşandığından haberdar olduğum olaylardı. Mâlûmat bakımından şanslı sayılmamın sebebi ailem idi. Zira 1930’ların önemli bir idarecisi olan büyükbabam, Şeyh Said İsyanı ile Dersim olayları sırasında önemli görevlerde bulunmuştu. Şeyh Said İsyanı sırasında Diyarbakır Valiliği yapmıştı ve hadiselerin üzerinden kırk küsur sene geçmiş olmasına rağmen her iki olay, özellikle de Dersim meselesi kendisi ve dostları arasında her zaman konuşulup tartışılırdı, ben de dinlerdim.

        100 ADET BASILAN KİTAP

        Büyükbabamın kütüphanesinde, Dersim ile ilgili önemli bir kitap da vardı: O zamanki ismi MAH olan MİT ile Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından yayınlanmış ve kapağında “Kayıt altında 100 adet basılmıştır” ifadesinin bulunduğu kapağı açık yeşil renkli “Dersim” isimli kitap... “Dersim”, bir dönem başucu kitabım gibi olmuş, hemen her sayfasını defalarca okumuştum... Ben, Dersim hadiselerinden bu şekilde haberdar oldum... Şimdi artık elden ele dolaşan Dersim belgeleri arasında 1926’da o zamanki adı “Elâziz” olan Elâzığ Valisi Ali Cemal Bey’in yazdığı “Dersim meselesinin silâhla değil eğitimle, ekonomik destekle ve halka iyi yaklaşımla halledilebileceğini” söyleyen bir rapor var. Bu raporun bazı bölümleri arada bir yayınlanıyor ve son olarak üç gün önce Taha Akyol’un köşesinde yeraldı. Raporu hazırlayan Elâziz Valisi Ali Cemal Bey sonraki senelerde “Bardakçı” soyadını almış, “Cemal Bardakçı” olmuştu ve benim büyükbabamdı.

        HALLİ ŞARTTI AMA...

        Cemal Bey’in hazırladığı Dersim Raporu’nun bazı bölümlerini yandaki sütunda Valisi Ali Cemal (ön sırada, en Dersimli aşiret liderleri ile. okuyacaksınız ama rapordan önce, büyükbabamın bazı anlattıklarını nakletmem gerekiyor: Her zaman “Dersim halkı Kürt değil, büyük ihtimalle eski asırlarda Horasan taraflarından göçetmiş Türklerdir. Sünnî değil Alevî olmaları ve inançlarının yanısıra devam ettirdikleri âdetler de bunların aslında Türk olduklarını gösterir” derdi. Şeyh Said İsyanı sırasında devletin politikasının doğru olduğuna, yapılması gerekenin yapıldığına ama Dersim’de işin böyle olmadığına ve yanlış hareket edildiğine inanırdı. Söylediği, özetle “Dersim’de bir asayişsizlik vardı, devlet bu bölgeye bir türlü giremiyordu, bu mesele mutlaka halledilmeli idi ama çözüm için silâh kullanılmasına lüzum yoktu. Dersimliler’e silâh yerine şefkat gösterilse idi netice çok başka olurdu. Çok büyük hata edildi” şeklindeydi.

        BÜYÜK HATA YAPILDI

        Peki bu hata niçin yapıldı ve kimler yaptılar? İki kişinin adını telâffuz ederdi: İsmet Paşa ile Umumî Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in isimlerini... Anlattığına göre, harekâtın başlamasından önce yapılan bütün üst düzey toplantılarda o ve bazı arkadaşları Dersim’de sert tedbirler alınmasını ve asker sevkedilmesini engellemeye çalışmışlar ama dinletememişlerdi! Cemal Bardakçı, 1981’de 94 yaşında iken vefat etti. Son günlerindeki sohbetlerimizde konu Dersim’e geldiği zaman hâlâ “Bu mesele böyle halledilemez, yapmayalım diye ısrar ettik ama dinletemedik. Şimdi çözülmüş gibi görünüyor fakat çözülmedi. Günün birinde tekrar ortaya çıkmasından korkarım” diyordu ve maalesef haklı çıktı!

        Vali Cemal Bey’in raporu: ‘Tek çözüm eğitimde ve refahta’

        AŞAĞIDA, Vali Cemal Bey’in yahut Soyadı Kanunu’ndan sonraki ismi ile Cemal Bardakçı’nın 1926’da Elâzığ Valisi olduğu sırada hazırladığı “Dersim Raporu”nun bazı bölümlerini günümüzün diline naklederek veriyorum. Bu rapordaki teklifler kabul edilip uygulansa idi o acı hadiseler Dersim’de acaba yine yaşanır mı idi? “1. Alevi Kürtleri, Alevi Türkmenler’e benzeten yönetimler, yanlış kararlarla Dersimliler’i karşılarına aldılar. 2. Dersimliler büyük-küçük memur ve hocaların tahriki ile Sünni halk tarafından kendilerine revâ görülen kötü davranışlardan şikâyetçidirler. Akıllı bir politika izlenerek baskılara son verilirse, Dersimliler, Cumhuriyet’in sadık ve fedâkâr unsurları olurlar. 3. Dersim seyahatimde Türkçe bilmeyenlere rastlamadım. Bu bölgede Sünniler Aleviler’e “Kürt”, Aleviler de Sünniler’e “Türk” demektedirler. Bölgeye gelen devlet görevlisi memurlar da bu hatâya düşmüşler. 4. Dersimliler kırım ve sürgünden korkuyorlar. Bu bölgeye gelen memurlar, bu kanaati yokedememişler. 5. Üç-beş aşiret lideri dışında, bütün Dersimliler müthiş bir fakirlik içinde çırpınmaktadırlar. Gasp ve yağmanın nedeni de bu fakirliktir. 6. 400 yıldan beri Dersim’e devlet otoritesi gelmemiş, her Dersimli canını ve malını korumak için silâhlanmak zorunda kalmıştır. 7. Bir-iki askerî kuvvet ile Dersim’i silâhtan arındırmak mümkündür. Bunun için devlete karşı oluşan güvensizlik ortamını gidermek, devletin amaçlarını iyi anlatıp halkı ikna etmek gerek. 8. Mezhep farkı, Dersimli’yi kötülemek aracı olmamalı. Mezhep farklarının keskinleştirdiği bâtıl inançlar, bölgede kök salmıştır. Ciddi bir eğitim ve idealist bir kadro ile bu bâtıl inançlar yerine millî sevgiyi yerleştirmek mümkün ve çok kolaydır. 9. Dersimliler’e geçimlerini sağlayacak iş bulmak ve yapılacak yollarda ücretli çalışmalarını sağlamak gereklidir. 10. Seyyid Rıza ve diğer pek çok ağayı Elâzığ’a yerleşmeye razı ettim. Diğer ağalar da Elâzığ ve Malatya’daki arazilere yerleştirilmelidir. 11. Bu tedbirler alınırsa, Dersimliler’in silâhlarını kendiliğinden bırakacaklarına inanıyorum. Elâziz Valisi Ali Cemal”.

        1930’ların Avrupası’nda birçok ülke demokrasiyle henüz tanışmamıştı

        BURADA yeralan ve “Diktatörler Avrupası” başlığını taşıyan haritayı, ilk baskısı Fransız Akademisi tarafından 1987’de yapılan ve dünyanın en önemli tarih atlaslarından kabul edilen ve Georges Duby’nin eseri olan “Atlas Historique Duby”den naklediyorum. Dikkatli bir şekilde baktığınızda, Avrupa’da o dönemde İngiltere, Fransa, Baltık Ülkeleri ve Çekoslovakya dışında demokrasinin işlediği tek bir memleket bulunmadığını ve bazı ülkelerin tek parti rejimiyle idare edildiğini görüyorsunuz. Harita, o dönem Avrupa’sındaki diktatörlüklerin yanısıra tek parti yönetimleri ile tek adam iktidarlarını da “ikinci derece diktatörler ve istibdat rejimleri” başlığı altında gösteriyor. Türkiye, Duby Atlası’nda o dönemde tek parti iktidarı ile yönetilen İspanya, Portekiz, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Avusturya gibi ülkelerin arasında arasında yeralıyor ve Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu 1920’den itibaren “otokratik rejimler” sayılıyor. Portekiz’i 1932’den 1968’e kadar idare eden Antonio de Oliveira Salazar, İspanya’da Franco rejiminin öncüsü olan Miguel Primo de Rivera, Avusturya’nın Engelbert Dollfuss’u ve Polonya’da İkinci Dünya Savaşı öncesindeki otoriter idarenin kurucusu Jozef Pilsudski, “ikinci derece diktatörler” idi. Avrupa’nın asıl diktatörleri ise Almanya’da, İtalya’da ve Sovyetler Birliği’nde hüküm sürüyorlardı. Yani Hitler, Mussolini ve Stalin. General Franco, Adolf Hitler ile.

        Diğer Yazılar