Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "TÜRKİYE Tarihi" dendiğinde aklımıza önce Alparslan ile Malazgirt Savaşı, ardından da Osmanlılar, Ertuğrul Bey, Osman Gazi ve kuruluş dönemi hükümdarları gelir ama asıl önemli olan bir devletin pek bahsi geçmez: Selçuklular'ın...

        Alparslan'ı gayet iyi biliriz fakat başında bulunduğu Selçuklular hakkında pek bir malûmatımız yoktur... Bu topraklara verilen "Türkiye" isminin öyle yeni bir kavram olmadığının, batı dünyası tarafından bilinen ilk kullanımının bundan neredeyse bir sene öncesine, 1085'e kadar gittiğinin de az kişi farkındadır.

        Türkiye'de Selçuklu tarihi alanında 1940'lı senelerden itibaren başta Prof. Osman Turan olmak üzere Mehmet Altay Köymen, İbrahim Kafesoğlu ve eseri Tarih Kurumu tarafından seneler sonra, şimdilerde yayınlanmaya başlayan Mükrimin Halil Yinanç gibi büyük âlimler yetişti. Bu âlimler ve onlarla aynı senelerde yine Selçuklular üzerinde çalışan Fransız tarihçi Claude Cahen hemen bütün klasik kaynakları kullanıp yayınladılar ve sonraki nesillere o kaynaklar üzerinde yapılacak pek başka bir iş bırakmadılar. Bundan sonraki araştırmaların Selçuklular'ın ilk hâkimiyet bölgeleri olan İran'daki incelenmeyen kaynaklara dayandırılması gerekiyordu ve az sayıdaki genç tarihçi şimdi bu belgeleri bulup değerlendirmeye çalışıyorlar. Ama konu incelenmesi zor ve büyük emekler gerektirdiği için çalışmalar yavaş yürüyor.

        MEVLÂNÂ, SELÇUKLU İDİ

        İslâmiyet'in ve Türkleşme'nin Anadolu'da yerleşip yayılmasını sağlayan Selçuklular üzerinde yapılan çalışmalar böyle az sayıdaki bilim adamı tarafından yapılmış olduğu için Selçuklu tarihi bizde Osmanlı tarihi kadar revaç bulmadı ve popülerleşmedi. "Anadolu'nun geçmişi" dendiğinde akla Selçuklular'ın yerine öncelikle Osmanlılar'ın gelmesinin sebebi de bu idi. Meselâ, şimdi isminin geçmediği bir günün bile olmadığı Mevlânâ'nın çağı Osmanlı değil, Selçuklu dönemi idi ama Selçuklu devleti ve medeniyeti hep Osmanlı'nın gölgesi altında kaldı.

        Bu eksiklik resmî ve gayrıresmî bazı makamlar ile kuruluşların da dikkatini çekmiş olacak ki, birkaç yıl önce Selçuklular hakkında "Büyük Selçuklu Mirası" adı ile geniş bir katalog çalışması başlatıldı. Bilim adamları Cumhurbaşkanlığı'nın, TİKA'nın, Selçuklu Belediyesi'nin ve başka bazı kurumların sağladıkları destek ile 13 ülkede çalıştılar ve neticede ortaya iki cildi müzelerdeki eserlere, üç cildi de mimarî mirasa yer veren büyük boyda beş cildlik bir eser çıktı ve tanıtım toplantısı geçtiğimiz ay Çankaya Köşkü'nde yapıldı.

        CEMİL MERİÇ'E DE AYIP!

        Geniş bir coğrafyaya yayılan araştırmalarla hazırlanan bu kadar büyük ebaddaki bir eserde hata olmaması imkânsızdır, hattâ bu hataların hoş görülmesi gerekir. Ama "Büyük Selçuklu Mirası"nın her cildinin gömlek içlerinde bu hoşgörünün dışında tutulması gereken bir yanlışlık vardı: "Işık doğudan gelir" sözü eserde hem Türkçe, hem de İngilizce olarak defalarca tekrar ediliyordu ve hemen altında da bu sözün Cemil Meriç'e ait olduğu yazılmıştı.

        "Büyük Selçuklu Mirası"nı hazırlayanlar "Işık doğudan gelir" sözünü Cemil Meriç'in bu ismi verdiği kitabından öğrenmiş olabilirler ama "ışık" sözünün "ilim" mânâsında kullanıldığı ifadenin aslı Latince'dir, "Ex oriente lux" şeklindedir ve Latince'nin en meşhur deyimlerindendir. Şimdi, eserin yayıncılarının yapmaları gereken önemli bir iş var: Bu kadar çabayı maalesef gölgeleyen hatayı ortadan kaldırmak için eldeki cildlerin bütün gömleklerini yeniden basmak veya "Işık doğudan gelir" ifadesini, yahut altındaki "Cemil Meriç" ismini oradan çıkartmak!

        Böyle yapıldığı takdirde hem Cemil Meriç'in hatırasına yapılan ayıp temizlenmiş, hem de İngilizcesi de yayınlanmış olan eserin batı bilim çevrelerinde hafife alınmasının önüne geçilmiş olur.

        Diğer Yazılar