Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son 30 küsur seneden buyana “millî çapkın” diye tanınan ve önceki gün vefat eden Süha Özgermi hakkında şimdiye kadar çok şey yazılıp söylendi ama kim olduğundan, ailesinden ve gerçek işinden hiç bahsedilmedi... İşte çok sevdiğim ve sanatkâr akrabaları sayesinde çok yakından tanıdığım rahmetli Süha ağabeyin Sultan Abdülhamid’in sarayına uzanan ve pek bilinmeyen aile öyküsü...

        CUMA günü öğle saatlerinde öğrendim ve çok üzüldüm: Süha Özgermi, Kıbrıs’ta vefat etmişti!.. Haber internet sitelerinde hemen “Millî çapkının vefatı” başlıklarıyla yeraldı, dün de benzer şekilde gazetelerde çıktı ve Özgermi’nin güzellerle çekilmiş fotoğraflarına da yer verildi... Hakkında bir kısmı tamamen hayâlî olan bazı hikâyeler yazıldı, “zengin bir aileden geldiği ve kırk küsur odalı bir evde doğduğu” yolunda kırık-dökük birşeyler söylendi ama seksenli ve doksanlı senelerin gazetelerinde neredeyse hemen her gün mutlaka yeralan bu sabık magazin figürünün kim olduğu, çapkınlık dışında ne iş yaptığı konusunda tek satır olsun geçmedi...

        ABDÜLHAMİD’İN MABEYİNCİSİ

        Sadece genç nesil değil, yaşıtlarım ve hattâ yaşça büyüklerim bile Süha Özgermi’yi dünyanın en güzel kızları ile gününü gün eden, işi sadece güzellik yarışmaları organize etmekten ibaret iflâh olmaz bir çapkın diye bilirler... Ben, Süha ağabeyi ve ailesini gayet yakından tanıdım... Uzun seneler haftanın birkaç günü onunla ve ailesi ile beraber bulundum ve çok sevdiğim Süha ağabeyin kim olduğunu, aslında ne işle meşgul bulunduğunu ve çapkınlık işlerinin nasıl başladığını yazmak da maalesef vefatından sonra kısmet oldu! Süha ağabeyin dedesi, Sultan Abdülhamid’in en yakın adamlarından ve Yıldız Sarayı’nın en güçlü isimlerinden Mabeyinci Faik Bey idi... Birkaç nesil önce Bolu’dan gelmiş bir ailenin çocuğu olan Faik Bey’i merak edenler, o dönemi anlatan kitaplara, özellikle de Abdülhamid’in sarayını yazan kaynaklara baktıkları takdirde, hükümdarın öncelikle iki sırdaşının, Arap İzzet Paşa ile Faik Bey’in isimleri ile karşılaşırlar...

        PADİŞAH OKUTUP BÜYÜTTÜ

        Faik Bey, Sultan Abdülhamid’in şehzadeliğinden itibaren yanında bulunan Bolulu Lütfi Ağa’nın oğlu idi. Abdülhamid tarafından okutuldu, Galatasaray Sultânîsî’ni bitirdikten sonra bir ara Hariciye’de yani Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı, sonra saraya alındı, Abdülhamid’in 1909’da tahtından indirilmesine kadar hükümdarın en yakın adamlarından oldu ve padişahın ihsanları sayesinde yüklü bir servet edindi. Bebek’teki yalısı ile Nişantaşı’ndaki konağı başta Türk Müziği’nin efsane ismi Tanburî Cemil Bey olmak üzere zamanın en büyük sanatkârlarının devam ettiği bir sanat merkezi gibi idi... Ama, patlayan 31 Mart ayaklanması Faik Bey’in refahının sonunu getirdi. Abdülhamid’in yakın çevresinin tutuklanmaya başlaması üzerine çarşaf giyerek, yani kadın kılığına bürünerek bir İtalyan vapuru ile Mısır’a kaçtı, İstanbul’da bıraktığı ailesini ve hizmetkârlarını da sonra yanına aldı ve Mısır’dan İsviçre’ye geçti. Faik Bey’in dört hanımı ve biri erkek, onu kız tam on bir çocuğu vardı! Çocuklarını sürgünde geçirdiği senelerde ardarda evlendirdi, hanımlarını da boşadı ve asıl felâketi dünya savaşının sonunda Cenevre’de yaşadı: Servetini Rus parasına yatırmış ama Rusya’daki komünist ihtilâl parayı pula çevirince Avrupa’nın göbeğinde kuruşsuz kalmıştı! 1918’de tek başına İstanbul’a döndü, ihtişamı bir zamanlar dillere destan olan Teşvikiye’deki konağının bir odasına yerleşti, diğer odaları kiraya verdi ve bu sayede geçinmeye çalıştı. Hayata 1937’de, Teşvikiye’de veda edecekti... Mabeyinci Faik Bey’in on kızından ikisi, sonraki senelerde Türk Müziği’nin iki önemli ismi olacaklardı: 1892 doğumlu Faize ile ondan sekiz yaş küçük Fahire... Sonraki senelerde “Ergin” soyadını alacak olan Faize başta “Kız sen geldin Çerkeş’ten / Pek güzelsin herkesten” sözleri ile başlayan meşhur şarkı olmak üzere çok sayıda eser besteleyecek, Fahire ise Faik Bey’in Refik adındaki teyzesinin oğlu ile evlenecek ve çift cumhuriyet Türkiyesi’nin en seçkin sanatkâr ailelerinden olacaktı: Büyük bestekâr Refik Fersan ile eşi kemençeci Fahire Fersan... Mabeyinci Faik Bey’in tek oğlu olan Abdurrahman Lütfi Bey ise, güzelliği dillere destan olan saraylı Peru Hanım’dan dünyaya gelmişti. İsviçre’de “Taudicum” jimnazyumunu bitirip Türkiye’ye döndü, evlendi, 1923’te onun da bir oğlu oldu ve adını “Süha” koydular. Önceki gün vefat eden ve Türkiye’nin “millî çapkın” olarak tanıdığı Süha Özgermi’nin şeceresi budur...

        NATO’YA ÇAMAŞIR SATTI

        Abdurrahman Lütfi Özgermi 1930’larda Sümerbank’ın kuruluşunda vazife almış, uzun seneler İstanbul’daki fabrika ile Ankara’daki “Yerli Mallar”ın başında bulunmuştu ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra birkaç sene Avrupa’da yaşayıp memlekete dönen oğlu Süha da tekstil işine girecekti. Süha ağabey kurduğu atelyeleri büyütüp zamanla “iç çamaşırı fabrikası” haline getirdi, önce TSK’ya, ardından da bazı NATO ülkelerine asker çamaşırı sattı ve Galatasaray Klübü’nün genel sekreterliğini de yaptığı 1970’lerin sonunda birkaç defa vergi rekortmeni oldu...

        FRANSA’DA ‘RAST MEDHAL’

        Ben, Süha Özgermi ile halası olan büyük ve çok önemli müzisyen rahmetli Fahire Fersan’ın sayesinde çok genç yaşlarımda iken tanıştım. Fersan ailesinin Mecidiyeköyü’nde, Ali Sami Yen Stadyumu’nun tam karşısındaki evlerinde haftanın en az iki günü mutlaka beraber olurduk. Halası ve eniştesi sayesinde zaten musikinin içerisinde büyümüştü, alaturka musikiyi yakından biliyordu, hattâ 80’lerin başında Güney Fransa’daki seçkin eğlence mekânlarından birinde eniştesi Refik Fersan’ın meşhur “Rast Medhal”ini o senelerin meşhur müzisyenlerinden Paul Mauriat’nun orkestrasına icra ettirmesinin de şahidiydim...

        HERŞEY O KAZA İLE BAŞLADI

        Ne oldu ise, seksenlerin başında oldu... Bir gece halası Fahire Hanım’a akşam yemeğine gelecekti ama gecikmek bile âdeti olmamasına rağmen gelmedi ve yolda trafik kazası yaptığını, başını şiddetli şekilde direksiyona vurduğunu ve ayağını kırdığını geç vakit haber alabildik... İsviçre’de bir hastahanede aylarca yatan Süha ağabey, döndüğünde bambaşka bir insandı... Bastonsuz yürüyemiyordu, işlerini bir tarafa bıraktı, zamanla malını-mülkünü de elden çıkarttı ve güzellerle gününü gün edip yarışmalar tertiplemeye başladı... Türkiye’de o senelerde tanınıp şöhret kazanmış olan birçok “hanımefendi”, şöhretlerini aslında Süha ağabeye borçlu olduklarından şimdi pek bahsetmezler... İşte, son 30 küsur seneden buyana “millî çapkın” diye tanınan, hakkında çok şey söylenen ama kim olduğu ve gerçek işi konusunda şimdiye kadar hiçbir şey yazılmayan rahmetli Süha ağabeyin Sultan Abdülhamid’in sarayına kadar uzanan aile öyküsü... 1893 ile 1965 seneleri arasında yaşayan ve Türk Müziği’nin 20. yüzyılda yetiştirdiği en önemli bestekârlarından olan Refik Fersan, İstanbul Konservatuvarı’nın “Tasnif Heyeti Reisi” yani unutulmuş eski bestelerin ortaya çıkartılması ile görevli komisyonun başında bulunduğu sırada hem kuzeninin torunu, hem de kayınbiraderinin oğlu olan Süha Özgermi’ye yazdığı mektupta konservatuvarda yaşadığı sıkıntıları anlatıyordu... İşte, bu mektubun bir bölümü: “Çok sevgili oğlum Suhâcığım; Gönderdiğin mektubunu sevinçle okudum. Hatırdan çıkarmadığına ayrıca sevindim. Sağ ol evlâdım. Cevabımı geciktirdiğimden kusura bakma. Bazı zamanım oluyor ki, hiyeroglif kitabesini teşkil eden eşkalin halliyle bir mânâ çıkarabilmekten daha müşkil olan belki bir asır evvel yazılmış, sıçan yeniği içinde pejmürde kâğıtların muhtevî bulunduğu Ermenice Hamparsom notalarına zihnim takılır; saatlerce, günlerce beni meşgul eder; mektup yazabilmek için iki cümleyi olsun biraraya getirip ifadei merâm etmekten âciz kalırım. İşte bu günlerde de konservatuvara hazırlayacağım bazı âsâr-ı eslâf (eskilerin eserleri), sana cevap yazmaktan bugüne kadar beni mahrum bıraktı. Buna emîn ol ki, daima gönlümdesin. Aynı zamanda nefes darlıkları, göğsümde bağdaş kuran müz’ic bir tazyik gibi muzırr rahatsızlıkları da ilâve et, kusura bakma. Şimdilik hamdolsun, cümlemiz sıhhatteyiz. Fakat mâlûm, bir günümüz diğer günümüze uymaz. Bilhassa sabahları konservatuvara gitmek, hey’etimizi teşkil eden bazı malûm .....larla -sözümonateşrîk-i mesai, biz tiptekiler için kolay iş değil. Ne yapalım, meslek icabı, zarurî katlanacağız. Hem de ömrümüzün son gününe kadar. En acı gelen, bu işte mesâi bizden; boş çene, lâklakiyatla aybaşında Allah ne verdi ise cebellezî onlardan...” Büyük bestekârdan yeğeni Süha’ya şikâyet mektubu Son 30 küsur seneden buyana “millî çapkın” diye tanınan ve önceki gün vefat eden Süha Özgermi hakkında şimdiye kadar çok şey yazılıp söylendi ama kim olduğundan, ailesinden ve gerçek işinden hiç bahsedilmedi... İşte çok sevdiğim ve sanatkâr akrabaları sayesinde çok yakından tanıdığım rahmetli Süha ağabeyin Sultan Abdülhamid’in sarayına uzanan ve pek bilinmeyen aile öyküsü... Süha Özgermi, düzenlediği güzellik yarışmalarından birinde, Türkiye’yi temsil eden bir genç kızla... Sultan Abdülhamid’in mabeyincisi ve Süha Özgermi’nin büyükbabası Faik Bey. Süha Özgermi, halası Fahire Fersan ile 1970’lerin sonunda. Sultan Abdülhamid. Refik Fersan’ın mektubu. Refik ve Fahire Fersan, 1940’lı yıllarda.

        Diğer Yazılar