Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞLIĞIM provokatif olabilir ve koyu CHP’liler kızabilir ama Türkiye’de demokrasinin sağlıklı ve iki kanatlı bir zemine oturması için gördüğüm gerçeği yazmak durumundayım. Ben bilindiği gibi başkanlık seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı ve TBMM seçimlerinde AK Parti’yi destekleyen bir yazarım. Önce askeri vesayet çetesini, sonra da Fethullahçı vesayet çetesini Erdoğan’dan başka hiç kimse bitiremezdi. Hâlâ bu iki çetenin güçlü uzantılarına karşı Erdoğan’ın yanındayım ve yanında olmaya devam edeceğim. Çünkü mücadele sürüyor. Öte yandan hükümetin birçok yanlışını görüyorum ve kuvvetli bir muhalefetin onları olumlu yönde zorlamasını istiyorum.

        Bu ülkede sağlam bir demokrasi olmasını istiyorsak, demokratik yolla seçilmiş güçlü bir iktidara ve karşısında yine sandıktan iktidar çıkabilecek güçlü bir muhalefete ihtiyacımız var. Bugün güçlü bir iktidar partisi ve güçlü bir lider şüphesiz var: Recep Tayyip Erdoğan. Fakat iktidar alternatifi güçlü bir muhalefet partisi ve güçlü bir lider var mı?

        Muhalefetin şu an tartışmasız tek liderinin Kılıçdaroğlu olduğunu geçen yazımda kaleme aldım. Peki CHP markası güçlü ve iktidar alternatifi bir muhalefet partisi mi? Sosyolojik gerçekleri konuşacaksak CHP isminin bu toplumun çoğunluğunun oyunu alabilmesi hem bugün hem gelecekte imkânsız görünüyor. CHP’nin adayı merkez sağ ya da dindar bir aday da olsa seçilmesi mümkün değil, çünkü CHP’nin adayıysa seçimde konuşulacak konu o adaydan çok yine parti tarihi olacaktır.

        Önce CHP’nin totaliter tek parti diktatörlüğü dönemi, ardından 27 Mayıs 1960 ve 28 Şubat 1997 askeri darbelerine bu partinin tam destek vermesi gibi bagajlar oldukça, bu ülkenin çoğunluğu elini kırar yine CHP ve CHP adayına oy atmaz. Karşı tarafa çok kızsa bile sandık kulübesine girdiğinde yine o Altı Ok’a mührü vuramaz, son dakikada vazgeçer. Türkiye’nin sosyolojik gerçeği bu.

        LİVANELİ DE YAZMIŞTI

        Aslında Zülfü Livaneli de zamanında, “CHP bir ortak dernek olsun ve yepyeni bir parti kuralım” diye çok yazmıştı. Eğer Kılıçdaroğlu ve CHP elitleri devrimci bir kararla CHP’yi lağvederek “9 Temmuz Hareketi”ni kurarlarsa bu bagajlardan kurtulup yepyeni bir başlangıç yapabilirler...

        2001 yılında AK Parti, MNP-MSP geleneğinden koparak ve sayacı sıfırlayarak iktidar alternatifi oldu. 9 Temmuz Hareketi de CHP geleneğinden koparak ve sayacı sıfırlayarak böyle bir siyasi oluşuma gidebilir mi? Kılıçdaroğlu bu hareketin lideri olarak 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olabilir mi? Sanmıyorum ama bu devrimi yapabilselerdi AK Parti’nin karşısına daha güçlü bir iktidar alternatifi olarak çıkarlardı ve böyle bir rekabetle demokrasimizin kalitesi artmış olurdu. AK Parti de karşısında halkın çoğunluğunun değişmez antipatisinden ötürü kum torbası olarak gördüğü CHP olmayınca metal yorgunluğunu zorunlu olarak aşar ve daha çok çalışırdı...

        BODRUM'DA BİRKAÇ GÜN...

        HERHALDE her çocuk hatırlamaz ama ben hatırlarım, sağa sola yalpalarken öyle sıcak bir şeye basmıştım ki durmak imkânsızdı, oradan kurtulmak için yürümüştüm. İlk adımlarım böyleydi. Hiç unutmadım...

        Bodrum’daydık. Çocukluğumun yazları. Turgutreis’te bir devremülkümüz vardı. Hemen burun kıvırmayın, “Türkiye’nin ilk devremülküydü” diye hâlâ anlatır annem. Bugünkü gibi değil, 80’li yılların başı, doğru dürüst otel yok, Bodrum bomboş, her yıl gidip 15 gün kalabileceğin bir “oda” alıyorsun... İşte orada (Soytaş Tatil Köyü) kalır, yüzmeye de Kara İncir Plajı’na giderdik. (Beach nedir, bilen yoktu.) O meşhur plajda yürümüşüm ben. Tatil deyince Bodrum ilk göz ağrımdır, kısacası.

        2014’te Bodrum’un beni her gidişimde daha çok gururlandırdığını yazmış, yıllar içinde global olarak daha çok tanınan bir merkez haline geldiğinden bahsetmiştim. Ancak araya çok zor birkaç yıl girdi. Açıkçası bu yıl korkarak geldim, ama gelince hem şaşırdım, hem de çok mutlu oldum...

        BU YIL NE VAR NE YOK?

        YAZ geç geldi, turizm berbat, her yer bomboş gibi çeşitli olumsuz cümle havada uçuşurken Bodrum’u boş ve keyifsiz bekliyordum açıkçası. Aksine! Öyle dopdolu, enerjik, kendini yenilemiş buldum ki bu yıl buraları...

        YALIKAVAK MARİNA

        Yalıkavak Marina el değiştirdiği için havasını kaybetmişti. Bu sene toparlanmış. Her daim kalabalık. Nobu’nun yerine açılan Zuma’nın denize uzayan masaları ve ışık düzeni güzel. Nobu gibi önemli bir markanın kapanması çok üzücü ama Zuma da Nobu’yu aratmıyor. Maalesef aynı güzel cümleleri Nusret için kuramayacağım. Ete diyecek yok ama girişte anlamsız bir kalabalık, düzensizce ayakta bekliyor, müzikler desen, yemek için hiç uygun değil, çok yüksek ve çok hareketli. Zuma’da atmosfere ne kadar önem verilmişse burada o kadar hiçbir şeye özenilmeyen bir hava hâkim.

        Fenix’in yemeklerini denemedim ama yemek sonrası için iyi bir adres. Özellikle pazar akşamları kalabalık çekiliyor, ferah ferah oturabiliyorsunuz. Eski Billionaire’in yerine açılan Ulus 29 ile ilgili çok kötü yorumlar duyduk, müziklerinden memnun olan yok, ayağımız gitmedi.

        MASALLARA İLHAM OLAN O SAHİL

        TABİİ Bodrum’a gelince Gümüşlük’e uğramadan olmaz. Büyülü Gümüşlük... Ne kadar popüler olsa da, kalabalık ne kadar artsa da güneş batarken Tavşan Adası’na paralel çakıl taşlarının üzerinden yürümenin yarattığı hissi hiçbir yerde bulamazsınız. O zamanlar bugün meşhur olan yerlerin hiçbiri yoktu ama bundan 25 yıl önce babam bizi tadını bugün hâlâ unutamadığım balıkları yapan salaş bir balıkçıya getirirdi. Sonra da elimize birer külah dondurma alır, bugün Mimoza’ya doğru giden yoldaki evlerin önünden yürürdük. Bu yıl ilk kez Mimoza’nın yanındaki Melengeç’i denedim ve yemeklerini Mimoza kadar başarılı buldum. Belki biraz da geçmişim ve ilerleyen saatlerde çalmaya başlayan o eski parçalar nedeniyle oradaki masalsı havayı dünyanın hiçbir yerinde yakalayabileceğimi zannetmiyorum...

        Kısacası, Bodrum’un dünyası her zamanki gibi yerinde.

        Diğer Yazılar