Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YILLARDIR müzmin hastalıklarımızdan biridir bu. Birileri bir yerlerde Türkiye topraklarını kendi hayalleri doğrultusunda bölüp saçma sapan haritalar yaparsa bunu hemen çok ciddiye alırız. Medyada otomatik laflar vardır böyle haritaların geldiği günlerde. Ya “skandal harita” denir, ya “paçavra” ya “hain planları su yüzüne çıktı” vs...

        Halbuki o saçma haritaları çizenlerin hayallerine en büyük destek bu haritaları ciddiye almaktır, ama bunu bir türlü anlamayız. Kim ne isterse düşünsün, hangi ütopik hayali zihninden geçirirse geçirsin, bunlara gülüp geçemez miyiz?

        Mesela dün Köln’de Almanya Ermeni Piskoposluğu tarafından düzenlenen bir etkinlikte Türkiye’nin yarısını ve Kıbrıs’ı Ermenistan gibi göstermişler. Bunun üzerinden komplo teorileri üretmek yerine hiç muhatap almamak daha doğru değil mi? Ermenistan gibi hayatta kalma mücadelesi veren küçücük bir ülke Türkiye’ye bir tehdit olabilir mi? O haritayı belli ki birileri provokasyon amaçlı hazırlamış, onların ekmeğine neden yağ sürüyoruz? Eski paranoyaları neden diriltiyoruz? Bu ülkede Ermeni vatandaşlarımız az sıkıntı çekmediler, hep düşman gözüyle görüldüler, son yıllarda yavaş yavaş kırılan bu bakışı neden yeniden canlandırıyoruz? Büyüklüğümüzü ve gücümüzü bir fark etsek bu paranoyalardan da kurtulacağız.

        **************

        DARISI BÜYÜKADA TUTUKLULARINA!

        ÖZGÜR Gündem Gazetesi davasında, nöbetçi genel yayın yönetmenliği yaptığı için tutuklanan Murat Çelikkan tam da benim bu tutukluluğa itiraz ettiğim gün tahliye edildi. Bu çok güzel bir haber! Umarım bu çarşamba Çağlayan Adliyesi’nde duruşması görülecek Büyükada Davası’nda da hukuk galip gelir ve hâkimler aylardır tutarsız ve saçma sapan iddialarla tutuklu bulunan insan hakları savunucuları hakkında tahliye kararı verirler.

        **************

        İKİ AİLENİN HİKÂYESİ

        ÇOCUKLUĞUMDA en büyük hayallerimden biri sınırsız Eti Cin yiyebilmekti. Bu reçelli, çikolata kırıklı bisküviyi öyle severdim ki annem iki taneden fazlaya izin vermediği için gizli gizli ona kin bile güderdim. Bir de Ülker’in çikolatalı gofreti vardı tabii. Vazgeçilmezimiz. Yıllar geçtikçe bu sevgilerin hiç de orijinal olmadığını fark etmeye başladım. Türkiye’de doğmuş büyümüş hangi çocuğun bir Eti ya da Ülker tutkusu yoktu ki?

        İşte o Eti markasının yaratıcısı işadamı Firuz Kanatlı geçtiğimiz hafta vefat etti. Kanatlı ve rahmetli Sabri Ülker, Türk gıda ve bisküvi-çikolata sektörünün en büyük iki girişimcisiydi. Markaları Eti ve Ülker her zaman büyük bir rekabet içinde oldu.Bu rekabet Türk gıda sektörünün gelişmesi ve küreselleşmesi yönünde büyük bir itici güçtü aynı zamanda. Eti bugün yurtdışına açıldı. Ülker ise Godiva ve United Biscuits gibi dev markaları alarak Pladis adı altında küresel bir şirket haline geldi.

        Ancak ne ilginçtir ki bu iki büyük işadamı dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak gece ve gündüz kadar farklıydılar. Kanatlı, seküler yaşam tarzına sahip, Kemalist bir insandı. Sabri Ülker ise İslami yaşam tarzına sahip bir muhafazakâr... Siyasi olarak Kanatlı Ailesi, TSK-CHP geleneğine, Ülker Ailesi ise DP-AP-ANAP-AK Parti geleneğine yakındı.

        Gıda sektörünün iki büyük ailesinin ticari rekabeti adeta Türkiye’nin kültürel ve siyasi rekabetiyle de bire bir örtüşüyordu. Özellikle 28 Şubat askeri darbe sürecinde Ülker Grubu’nu TSK alenen ezmek istemişti. Topluma “Ülker’den alışveriş etmeyin” deniyordu. Generaller açıklama yapıyor, gazeteler manşet atıyordu. TSK’nın hiçbir tesisine Ülker ürünü giremiyordu. Sebep, Sabri Ülker ve ailesinin dindar ve muhafazakâr kimlikleriydi. Bu zulmü maalesef iş dünyasının önemli bir kısmı da alkışladı o dönem. Ülker Grubu 28 Şubat kuşatmasını çok akıllı bir taktikle TSK’nın kontrolündeki “think-thank” ASAM’ı finansal olarak destekleyerek aşmak zorunda kaldı.

        BUGÜN GELİNEN NOKTA

        Şüphesiz Eti-Ülker rekabetinin çok sertleştiği ve acımasızlaştığı dönemler oldu. Türk gıda sektörünü iyi bilenlerle konuştuğunuzda bu ticari savaşların somut örneklerini de anlatıyorlar ancak bunları hatırlatmaya gerek yok. Şimdi bu iki firma da her zaman çok yakın dost oldukları yönünde PR haberleri yaptırıyorlar ama bu doğru değil. PR’cı dostlara saygım var, ancak biz gazetecilerin işi PR bültenlerinin altına imzamızı atıp köşe yazısı ya da haber diye vermek değil.

        Ancak geçmişteki meseleler bir yana, iki ayrı kültürel ve sosyal kökenden gelen Kanatlı ve Ülker ailelerinin bugün geldiği nokta son derece samimi, güzel ve anlamlı. Firuz Kanatlı’nın Sabri Bey vefat edince 2012 yılında verdiği ilanı herkes okumalı. Aynı şekilde Murat Ülker’in Firuz Bey’in cenazesine gidişi ve söyledikleri de çok değerli. Murat Bey birkaç sene önce Firuz Bey’in eşinin Eskişehir’deki cenazesine de katılmıştı. 5 ay önce Doğu Perinçek ile konuşan Firuz Kanatlı ise Perinçek’e bile Sabri ve Murat Ülker’i öven sözler sarf etmişti. Düşünün, Kanatlı’nın ölmeden önce muhakkak yapmak istediği işlerden biri Doğu Perinçek ile tanışmak! Çünkü Perinçek’in tavizsiz sert Kemalizm’ini benimsiyor. İşin ilginci Perinçek de bir yazısında kapitalist Firuz Bey’in sanayiciliğine ve üretim aşkına hayranlığını ifade ediyor.

        Peki ben bu hikâyeleri neden anlattım? Çünkü bence bize şunu öğretiyorlar: Hangi yaşam tarzından, hangi dünya görüşünden olursak olalım sonunda hepimiz Türkiye’ye aitiz. Biz hep birlikte Türkiye’yiz. Farklı yaşam tarzları birbirine saygı göstermeli, farklı siyasi görüşler birbirine hürmet etmeli. Devletin bir yaşam tarzını benimseyip diğerini benimseyenleri ezmeye çalışması sadece Türkiye’ye zarar verir. Gerçek bir hukuk devleti olmak zorundayız. Her alanda rekabet kaliteyi artırır ama rakipler tıpkı bu iki rakip aile gibi sonunda kucaklaşmayı ve dostluğu başarmalı.

        Diğer Yazılar