Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KUZEY yarımküre için dünyanın en uzun gecesi, bu yıl aynı zamanda dünyanın en vicdanlı günü olarak tarihe geçti. 21 Aralık Perşembe günü yapılan BM Genel Kurul oylaması, sadece Trump’ın ve ABD’nin küstahlığına “Yeter” dendiği için önemli değil. Dünyanın vicdanının dimdik ayakta olduğunu gösterdiği için, Müslüman toplumların hiç de sanıldığı gibi dağınık ve ürkek olmadığını kanıtladığı için, sessiz ve derinden gelen bir adalet çığlığını apaçık ortaya koyduğu için ve tüm bunları Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın cesur ve kararlı meydan okumasının açtığı kapıdan girerek yaptığı için önemli. Hele biz bu ülkenin yurttaşları için çok önemli.

        Türkiye, Kudüs konusunda nobran ve saygısızca davranan ABD yönetimine ilk günden itibaren tavizsizce karşı durmasa, İstanbul’da çok kısa süre içinde İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplamasa ve BM Genel Kurulu’nu Yemen’le birlikte toplantıya çağırmasa tarihin bu kırılma anı da yaşanmayacaktı.

        TRUMP’A KIRMIZI KART

        Evet, belki BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamanın hukuki bir bağlayıcılığı yok ama ilk kez dünyanın ezici bir çoğunluğu kendini dünyanın şerifi zanneden ABD’ye avaz avaz “Haksızsın!” dedi. Bu, uluslararası toplumun işleyişini sorgulatacak, adalet ve güç kavramlarını yeniden tartışmaya açabilecek çok büyük bir adım...

        BM’deki oylama sonuçlandığında Habertürk TV’de canlı yayına girmek üzereydim. Oylamanın ABD aleyhine sonuçlanacağına emindim ama “Hayır” diyeceklerin neredeyse sadece ABD’nin kendisi ve İsrail olacağını öngörememiştim. (Diğer hayırcılar Kudüs’le hiçbir ilgisi olmayan, temsilciliği bulunmayan devletçikler). Dünyadan Trump’a neredeyse yekvücut olarak gelen kırmızı kartın bende yarattığı umudu ve sevinci anlatmam çok kolay değil. Uzun zamandır dünyanın gidişinin verdiği karamsarlık ve ışıksızlığın ardından yaz güneşine kavuşmak gibiydi...

        *******************

        İSLAM TOPLUMLARININ TEK LİDERİ: ERDOĞAN

        BU sonuç bütün dünya toplumlarının vicdan arayışının yerli yerinde durduğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda İslam toplumlarının da yönetimlerinin aksine birlik olduğunu ve hepsinin tek liderinin de Tayyip Erdoğan olduğunu anlatıyor. Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerinin birçoğunun yönetimleri halkından kopuk, ABD’nin uydusu, toplumla bağları zayıf... BM’de mecburen kullandıkları oy onların nerede durduğunun üzerini örtmüyor. Bugün İslam toplumlarında bir sandık konsa o sandıktan Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkar.

        Ancak o toplumların yaşadığı ülkelerin hükümetlerinin, Erdoğan’ı İslam âleminin lideri olarak gördüklerini söylemek mümkün değil. Bilakis bu yönetimlerin çoğu İslam sokaklarında en popüler liderin Erdoğan olmasından ötürü müthiş bir tedirginlik ve endişe duyuyorlar. Bir buçuk milyar insandan oluşan İslam dünyasını yönetenlerin büyük çoğunluğu o halkların iradesini yansıtmıyor. Bu ülkelerin yönetimini antidemokratik olarak iktidarı gasp etmiş güç odakları ele geçirmiş durumda. Eğer İslam toplumlarını demokratik olarak seçilmiş ve meşru şekilde iktidarda olan hükümetler yönetse bugün çok daha farklı bir tablo olurdu. ABD ve İsrail, İslam dünyasının haklarını bu kadar rahat çiğneyemezdi ve şüphesiz o durumda Erdoğan çok daha güçlü bir lider olurdu. İşte bu noktada demokrasinin en temel unsuru olan adil seçimlerin önemini ve erdemini bir kez daha görüyoruz.

        DEMOKRASİYİ İSTEMEYEN KİM?

        Eskiden “İslam ve demokrasi bağdaşır mı?” sorusu Batılı siyaset bilimcilerin en çok uğraştığı konulardan biriydi. Batı devletleri, İslam dünyasına demokrasi ihraç etmeyi amaçlardı. Günümüz dünyasında ise İslam toplumlarının hemen hepsi ülkelerini yönetecek hükümeti demokratik olarak seçmek istiyor, ama bu sefer sözde demokratik Batı devletleri ve onların İslam âlemindeki işbirlikçisi gayrimeşru yönetimler halkların bu demokratik talebine direniyor. Çünkü gerçek bir demokratik seçimden Abdülfettah Sisi ya da çeşitli monarşiler gibi kukla yöneticilerin çıkmayacağını biliyorlar.

        Sözde özgürlükçü Batı devletleri de sırf kendilerinin kontrolünde diye Sisi gibi zalim darbecilerin totaliter yönetimine hiç itiraz etmiyorlar. Çok adaletsiz ve riyakâr bir küresel tablo var açıkçası, ama işte bu yüzden İslam toplumlarının şu an en sevdiği ve güvendiği müşterek tek lider Erdoğan...

        *******************

        CELAL BAYAR'IN KIZINDAN GELEN MEKTUP

        MERHUM Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy’dan bir e-mail aldım. Pazartesi günü Mesut Yılmaz’ın oğlu Yavuz Yılmaz’ın ölümünün üzerine yazdığım “Üç intihar, üç başbakan” başlıklı yazıyla ilgili şunları yazmış Nilüfer Hanım:

        “Sayın Nagehan Alçı, 18 Aralık 2017 tarihli yazınız vesile oldu. Bir hususa açıklık getirmek isterim. Ağabeyim Refi Bayar’ın kalp romatizması vardı ve rahatsızdı. 1940 yılında kalp romatizmasından vefat etti. İmpeks davasından beraat ettiği bilgisini hasta yatağında haber almıştı.”

        Sayın Nülüfer Gürsoy’un mektubu, birinci kaynaktan gelen çok önemli bir bilgi içeriyor. Refi Bayar’ın ölüm sebebi hep tartışma konusu olmuştur. Celal Bayar’ın Atatürk’ün ölümünden sonra üç ay daha süren başbakanlığı döneminde Denizbank soruşturması açılmış ve bu soruşturma basında geniş yer bulmuştu. Oğlu Refi Bayar da soruşturma kapsamında İmpeks şirketi çalışanı olarak devletten aldığı ihalelerde çıkar sağladığı gerekçesiyle yargılanmıştı.

        Elbette bu soruşturma ve yargılama süreci tek parti döneminde siyasi iktidardan, yani İsmet İnönü’den bağımsız düşünülemezdi. Cemil Koçak başta olmak üzere birçok tarihçi o nedenle Refi Bayar’ın üzüntüden canına kıydığını ve bu olayın Celal Bayar’ı çok etkilediğini yazar. Hatta bunun rövanşı olarak Demokrat Parti’nin yayın organı Zafer Gazetesi, İsmet İnönü’nün oğlu Ömer İnönü’nün bir cinayete karıştığını iddia etmiş ve İnönü yargılanıp beraat etmiştir. Metin Toker de bunu Refi Bayar’ın ölümünün intikamı olarak değerlendirmiştir.

        Diğer Yazılar