Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BEKLİYOR sabırla, umutla, sessizce... Fedakârlıklardan zerre kısıntı yapmadan üretiyor, doyuruyor, koruyor, dengesini kaybetmemek için var gücüyle uğraşıyor. Biliyor... En küçük değişikliğin, bağrındaki her varlığı ne kadar etkileyeceğinin farkındalığıyla ağlıyor... Sessizce... Anlam da veremiyor barındırdığı “en akıllı” yavrularının dikkat dağınıklığına, derin uykusuna, umursamazlığına, acımasızlığına...

        Daha ne kadar dayanabileceğini tahmin etmek bile istemiyor. Gidişatın değiştirilmediği takdirde kendisinin öleceğini zannedenlerin kendisinden önce yok olacaklarının bilincinde kaygılanıyor. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da hissediyor.

        Bir semazen gibi evrene uygun düzende tüm asaletiyle yavaş yavaş umudunu kaybetmeden dönüyor. Boşlukta asılı masmavi bir bilye... Gezegenimiz, Dünya’mız.. Her fırsatta zarar verdiğimiz biricik yuvamız.

        Peki bu sabır nereye kadar? Kendimizi annesinin öğütlerinden sıkılmış, isyankâr, her konuşmada odayı terk eden, aklı bir karış havada “teen age” çocuklara benzetiyorum. Belli konular, “Of ya, yeter ya, biliyoruz, kısa kes” tepkisiyle karşı karşıya. Oysa sessiz kalma sırası bizde, insanım diyen her bireyde. Artık uyanma zamanı. Sussak artık. Bir kez olsun kuru gürültüyü kesip dinlesek...

        O üzerimize hiç yakışmayan bıkkınlıktan teyellenmiş, umursamazlıkla dikilmiş, tembellikle oyalanmış boşvermişliğimizi çıkarıp atsak. Okusak... Uzunluğunu bahane etmeden bilim okusak. Ama ardından düşünsek. Daha önce hiç yapmadığımız gibi, tüm evrenin bir parçası olarak...

        Geçen hafta bilim insanları, bir bilimsel toplantıda (American Association for the Advancement of Science) bir araya gelerek rakamlarla dünyada (özellikle okyanuslarda) oluşturduğumuz kirliliği tartıştılar. Sonuçlar açıklanırken insanların yüz ifadelerini görmeliydiniz. Çünkü verilen rakamlar, tahminlerin çok çok ötesinde.

        Her yıl denizlere atılan sadece plastik çöp miktarı 12.7 milyon ton. Bu da yaklaşık 30 cm derinlikte 2973 kilometrekarelik (yaklaşık İstanbul’un yarısı kadar büyüklükte) bir alanı kaplayan “bela” anlamına geliyor. Bir plastiğin doğada kendiliğinden yok olması için geçen sürenin, plastiğin türüne bağlı olarak 40 ya da 1 milyon yıl olduğunu düşünürsek, yapılan hesaplamalara göre 2036 yılından itibaren o bakarak dinlendiğimiz denizlerimiz plastik bir çorbaya dönüşecek.

        Plastikten suya karışan “polystyrene, bisfenol A” gibi kimyasallar, denizde aklınıza gelen her türlü canlıyı ya zehirliyor ya da üreme sistemlerini felce uğratıyor. “Ben sağlıklı beslenmeyi seçiyorum, bol bol beyaz et yani tavuk ve balık yiyorum” cümlesi şaka olarak kalacak 1930’larda. “İntihar etmek için bileklerinizi kesmeyin, balık yiyin” dememize az kaldı inanın. Tavuk konusuna ise hiç girmiyorum zaten. O problem okyanuslardan da derin...

        Hani bazen duygusal, şairsel ve doğasever yanımıza denk geliyor da toprağa “toprak ana” falan diyoruz ya... Hep düşünmüşümdür, okyanuslara neden “deniz baba” demiyoruz diye. Sanırım anladım; kendi ayıbımızdan utanıyoruz. “Çöplük baba” diyecek halimiz yok. Bizden ne anamız memnun, ne de babamız. “Hayırsız evlat” olarak geleceğin bize güzel günler vaat etmesini nasıl bekleyebiliriz ki. “Karma”mız bozuk!

        Bu hafta kendimizle yüzleşmeyi seçtim. Devam ediyorum...

        İnsanoğlu olarak sanki kendi kuyumuzu kazıyoruz

        DÜNYAYA verdiğimiz zararlarla ilgili 1 trilyona yakın sıralanmış bilimsel gerçeklerden sadece 10’unu seçtim. Belki dürter de uyandırır bizleri diye... Bireysel çabayla çarkı tersine çevirmek elimizde.

        -Amerika, dünya nüfusunun sadece % 5’ini oluşturuyor ama dünyadaki çöp atığının % 30’u ona ait. En güzel örnek: Her saat, 3 milyona yakın plastik şişe çöpe atılıyor.

        -Bir milyon ton petrol taşınırken denize (kazayla da olsa) salınan 1 ton petrol “normal” olarak kabul ediliyor.

        -“Benim kirliliğim beni ilgilendirir” ya da “Başkalarının kirliliği beni ilgilendirmez” diyenler, bu 3. madde örnek olsun diye sizler için: San Francisco’da yaşanan hava kirliliğinin 1/3’ü Çin’deki hava kirlenmesinden kaynaklanıyor.

        -Her 8 saniyede bir 1 çocuk, sulardaki kirlenme sebebiyle hayatını yitiriyor. Dünya genelinde ise bu sebeple yılda ölen sayısı 3.5 milyon.

        -Pekin’de yaşayan bir insan, günde 21 sigara içen bir tiryaki kadar zehirleniyor. Bu sayı Hindistan’da 100 sigaraya ulaşıyor.

        -Dünyadaki her 8 ölümden 1’inin ardında direkt ya da endirekt olarak dünya kirliliği var.

        -Telefon, bilgisayar, televizyon, beyaz eşya... Yeni model çıktı değiştir, değiştir, değiştir... Nereye gidiyor bu eskiler, kullanılmayıp atılanlar? İnsanoğlu yılda 50 milyon ton elektronik çöp oluşturuyor.

        -Her gün binlerce deniz canlısı, denize atılan plastik torbaları denizanası sanarak yiyor ve hayatını kaybediyor.

        -Trafikte tampon tampon gittiğiniz anlarda havalandırmayı da, pencereleri de kapatsanız hava kirliliğinden 10 kat daha fazla kirlenmeyle yüz yüze kalıyorsunuz.

        -Özellikle nükleer santralların suya saldıkları atıklar, günümüz hastalıklarında rol oynayan 3 kahramandan birisi olarak seçildi bu sene.

        Unutmayın, sadece 1 yıllık kâğıt atıklarınızı geri dönüşüme kazandırsanız yılda tam 7 ağacın hayatını kurtarmış oluyorsunuz. Rolünüz bu kadar “küçük”.

        Bebeğimi Mars’ta doğurmak istiyorum!

        “MARS’a tek yönlü (dönüşü olmaksızın) gitmek ister misiniz” başlığıyla verilen ilana bir hafta içerisinde 200 bin genç (avukat, doktor, pilot, işadamı gibi her meslekten) başvuruda bulunmuştu. Bu adaylar içerisinden (ilk elemede) seçilen 100 kişinin isimleri, geçen hafta tekrar gündeme geldi.

        Bu gruptan seçilecek 24 kişiye 9 yıllık bir eğitim verilecek. Misyon için ayrılan bütçe ise şimdilik 4 milyar Euro! Mars’ta bir de bebek dünyaya getirilmesi plan dahilinde. Şimdi bu noktada kısa bir es verelim ve birkaç konuya açıklık getirelim.

        SORU: Yerçekimsiz ortamda bir embriyonun gelişimi daha önce incelendi mi? Sonuç neydi?

        YANIT: Evet incelendi. Özellikle balık embriyonlarıyla yapılan çalışma sonuçları çok ilginçti. Çünkü zavallı yavru balıklarda göz ve kuyruk, vücutlarının olmadık yerlerine yerleşmişti. İç organlarda ise fonksiyon bozuklukları vardı.

        SORU: Peki aynı ortamlarda insan embriyonunda da aynı anormallikler oluşur mu?

        YANIT: Kuvvetle muhtemel.

        Mars’a gidecek adaylardan Maggie Lieu (24 yaşında) gülücüklerle gazetecilere geçen hafta demeç vermiş: “Mars’ta bir bebek doğurmak, ilk Marslı bebeğin annesi olmak isterim.” Masterli, doktoralı, bilim kökenli “zeki” insanlardan seçilen adaylar, sanıyorum yapılan deneylerden haberdar değiller.

        Hadi diyelim onlar genç ve heyecanlı. Ya projeyi oluşturanlar? Ağzım açık bekliyorum. Ödenen paralar akla hayale sığmayacak türden. Yakinen takip edip bilgi aldıkça sizleri de bilgilendireceğim.

        Duygulanıyor insan... Mars’a gitmek için para da var gönüllü de. Hem de tonla. Dünyamız ölüyor, kurtarmak için projeler raflarda. Ne para var, ne de gönüllü. Garip yaratıklar doğurmak için Mars’a gitmeye gerek kalmayacak yakında. Ondan bile haberleri yok.

        Diğer Yazılar