Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU soru öyle arabesk şarkılarda ya da duygusal filmlerde kulağınıza çalınan klişeleşmiş romantik sorulardan biri değil. Bilimsel olarak sorulmuş ve üzerinde yıllarca çalışmalar yapılmış bir soru. Yanıtı ise binlerce insan üzerinde gerçekleştirilen gözlemler ve incelemeler sonucunda verilmiş. Geçen haftalarda “Her derde deva” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bazı hastalara fiziksel anlamda tedaviye yönelik hiçbir gücü olmayan (örneğin içi boş ya da şeker doldurulmuş) kapsüller verilerek “Çok işinize yarayacak/iyileşeceksiniz” denilmesi, hastanın da buna inanarak kendisini iyi hissetmesi olayına tıpta “plasebo etki” denildiğini açıklamıştım. Bir de “plasebo” nun “kötü ikiz kardeşi” olarak bilinen “nosebo” terimi vardır.

        Nosebo, plasebonun tam tersine insanların kendisine zarar vereceğini düşündüğü etkilere maruz kaldığında, bu etkilerin gerçekte oluşmadığı halde olmuş gibi hissedilmesi halidir. Örneğin ilaçların prospektüslerini okuyan hastaların olası yan etkileri öğrenmesinin hemen akabinde, daha bu etkilerin oluşabileceği süre henüz dolmadan yan etki şikâyetleriyle hastaneye koşmaları tipik bir nosebo etkisidir.

        Harvard Tıp Fakültesi profesörlerinden Dr. Ted Kaptchuk’un konuyla ilgili geçen hafta yaptığı bir konuşma dikkatimi çekti: “İnsanlarda oluşan sağlık sorunlarının ardında sadece enfeksiyonların, yaşam şekillerinin, genetik ve fiziksel faktörlerin aranması yanlıştır. Nosebo, yani insanların inanç ve korkularının çok ciddi derecede hastalıklara sebep olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.”

        Gerçekten de tıp tarihi, yanlış teşhis konularak, “Çok az ömrün kaldı” denilen sağlıklı insanların kısa sürede öldüğünü (maalesef daha sonra yanlış teşhis konulduğunun ortaya çıktığını) anlatan ilginç hikâyelerle doludur. Aslında yanlış bilgi ve inançlarla hasta olunabildiğini görmek için kendi toplumumuza göz çevirmemiz de yeterli olacaktır. Sırf inandığı için balıkla yoğurt yiyip zehirlenen, cereyanda kalıp üşüten, soğuk su içip boğazı şişen, kendisine büyü yapıldığını düşünerek yataklara düşen sayısı araştırılsa ortaya çıkacak rakamın büyüklüğünü tahmin edebilirsiniz herhalde.

        Bu tür garip inanışlar o kadar etkili ki araştırmacı Dr. Fabrizio Benedetti’nin yaptığı araştırmaya bakıldığında şaşırmamak mümkün değil: İnsanlara belli bir mekân gösterilerek “Gittiğinizde oradaki güçlü manyetik alan migren ağrılarına sebep olacaktır” yalanı söylendiğinde mekâna ulaşanların % 80’inde ciddi migren ağrıları başlıyor. Üstelik öyle görünüyor ki, nosebo aynı zamanda bulaşıcı bir etken. Bir kişi “Migren ağrılarım başladı” deyince yanındakilerde de kısa sürede migren ağrıları baş gösteriyor.

        1960’lı yıllarda Kuzey Amerika’da bir fabrikada “Zehirli gaz insanları öldürüyor” dedikodusu yayıldıktan sonra onlarca insanın ölümü, fakat sızan gazın hiç de öldürücü olmadığı ortaya çıktıktan sonra şikâyetlerin ve ölümlerin aniden kesilmesi hâlâ açıklanamayan tıbbi bir gerçektir.

        Şahsen ben de nosebo kurbanlarından biriyim. 1998 yılında yapılan bir testle laktoz intoleransım (sütlü yiyecekleri tolere edemeyeceğim) teşhisi konulmuştu. Teşhisin hemen ardından bir yemek kaşığı sütü tolere edemeyen ben; 6 ay sonra araştırmayı yapan doktorun, listede bir yanlışlık olması sebebiyle beni geri çağırıp test sonucunun yanlış olduğunu söylemesiyle tamamen normale dönmüştüm. Bugün zevkle dondurmamı da yoğurdumu da yiyebilmekteyim.

        Kuzey Carolina The Wake Forest Baptist Tıp Merkezi doktorlarından Rebecca Wells, geçen hafta tekrar gündeme gelen bu tartışmaların ardından yaptığı basın toplantısında, hekimlerin hastalarla konuşurken ve bilgi verirken kullanacakları kelimeleri dikkatle seçmelerini önerdi. Yanlışlıkla “Öleceksin” denilse inanıp ölebilen canlılarız zira...

        Peki inanışlarımızın günlük yaşantımızı genel anlamda ne derece etkilediğinin farkında mıyız? Bu soruya geçen hafta sonu Avustralya Başbakanı Tony Abbott’un ilginç bir tavrına bakarak yanıt bulabiliriz sanırım.

        AVUSTRALYA BAŞBAKANI SOĞANI ELMA GİBİ YEDİ!

        AVUSTRALYA Başbakanı Tony Abbott, geçtiğimiz hafta sonu Tazmanya Adası’nda bir çiftliği ziyaret etmiş. Tam soğanların yanından geçerken eğilip küçük bir kuru soğanı almış ve kabuğuyla birlikte lezzetli bir elma yercesine zevkle midesine indirmiş. Çevresindeki herkes ne yapacaklarını bilmeden şaşkınlıkla olayı seyrederken Abbott, çiftlik sahibi David Addison’a dönerek “Uzun zamandır yediğim en iyi soğan” demiş. Addison da “İçinden geldi herhalde. Yerken gözlerinin yaşarmaması ilginç” diye basit bir yorum yaparak olayı geçiştirmiş. Bu olay üzerine Abbott hakkında yapılan en ilginç esprilerden biri “Tazmanya Canavarı” benzetmesi olmuş.

        “E ne olmuş yani biz de soğanı elma gibi yiyenlerdeniz” diyorsanız, muhtemelen a) kabuğunu soyuyorsunuzdur, b) soğanı tek başına değil de başka yiyeceklerin yanında tüketiyorsunuzdur. Alışılagelmemiş bu görüntülerin ardından psikologların ilginç bir açıklaması var: “Aslında yerken çiğ patates, soğan ve elma arasında çok az fark vardır. Aradaki bariz farkı algılayan duyumuz aslında tat değil kokudur. İşin içerisinde bir de görsellik var tabii ki. Gözleri bağlanarak buruna özel bir maske takılıp çiğ soğan yedirilen ama ‘Yediğiniz elmanın yeşil mi, kırmızı mı olduğunu tahmin edin’ yanıltıcı sorusunu sorduğumuz 100 kişiden sadece 30’u yediğinin elma olmadığını söyledi. Bu da demektir ki aslında ‘Soğan elma gibi yenmez’ düşüncesi sadece bir inanıştır.”

        Diyelim ki bu kısmı anladık... Peki, soğanı kabuğuyla yemeye ne demeli? Ona da açıklama getirmiş bilim insanları: “Soğan kabuğu yenmesi pek keyifli değil ama en azından çayını yapıp içerseniz içerdiği antioksidanlar ve kuersetin maddesinden dolayı çok faydalı: 1. Tansiyon ve kötü kolesterolü düşürür, 2. Enflamasyonu azaltır, 3. Kas gelişimine yardımcı olur, 4. Anti-kanserojen etkisi gösterilmiştir, 5. Depresyon ve bedensel yorgunluğu azaltır, 6. Gribal enfeksiyonların süresini kısaltır, 7. İdrar söktürür, 8. Yanık ve yaraları çabuk iyileştirir.”

        Bütün bu bilgilerden bihaber, soğan kabuğunun zehirli olduğuna inanıp yanlışlıkla “Yediğim yemeğe kabuk düşmüş” diyerek mide bulantısı ve zehirlenme belirtileriyle acil servislere başvuranlara ne demeli? Bu olaylar yukarıda anlatmaya çalıştığım nosebo etkisine gerçekten güzel örnekler... Büyürken annelerimiz elmanın yanı sıra zaman zaman bir de soğan tutuştursaymış elimize, bugün Avustralya Başbakanı Abbott’un soğan yemesi gündeme haber olarak düşmezdi elbette...

        Diğer Yazılar