Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NİSAN 2015’te Katoliklerin ruhani lideri Papa Fransuva, Vatikan’da düzenlenen bir ayinde 20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını, piskoposların, rahiplerin, dindar kadın, erkek ve yaşlıların, savunmasız çocukların, hatta hastaların zulme uğratılarak öldürüldüğünü söylemiş, bunun unutulmaması gereken bir tarihi olay olduğunu belirtmişti. Bugünkü dünyanın aslında parça parça 3. dünya savaşı yaşadığını belirtirken nedense Naziler dönemindeki insanlık suçlarını, Burundi, Kamboçya, Ruanda ve Bosna’da yaşananları ağzına bile almamıştı.

        Tüm dünyanın takip ettiği bir din adamının “öç alma” duygularını tetikleyen konuşmalar yapmasına çok şaşırmıştım. Bu tür konuşmalar her ne kadar profesyonel hayatımızla ilgili olmasa da uluslararası bilim camiasındaki meslektaşlarım tarafından hiç kaçırılmamıştır şimdiye kadar. Nisandaki bu konuşmayı da kaçırmamışlardı... Stanford Üniversitesi’nden Amerikalı bir profesör arkadaşım konuşurken dönüp dolaştırıp konuyu bir şekilde gündeme getirmişti: “Duydun mu Papa Fransuva’nın ne dediğini? O da ‘Soykırım’ dedi... Ne diyorsun bu işe?”

        Ne denebilir ki? Standart konuşmalar, yanıtlar ve bitmeksizin tekrar eden benzer sorular... Dersiniz ki “ben bilim insanı değil Türkiye ve İslam dünyası ile ilgili çıkan her negatif haberin yorum ve analiz merkeziyim!”... Asıl amaç fikir sormak değil anlaşılacağı üzere... Müslüman ülkeden gelen birini her fırsatta köşeye sıkıştırmak, yara kaşımak bütün dert...

        Sinirlenmek veya savunmaya geçmek yerine hep düşünmüşümdür: Toplumların düşünce ve önyargıları ne tür temeller üzerine oturmakta, neye göre şekil değiştirmekte acaba? Sanırım gerek politikada gerekse bilimde çok bilmek ve doğruları konuşmak tek başına işe yaramıyor. Önyargıların düzeltilmesinde uygulanması gereken strateji eksikliği bizde nedir, tespit etmek gerekiyor.

        Geçen hafta Papa Fransuva Amerika’yı ziyaret etti. Her ne kadar özellikle “soykırım” söyleminden dolayı pek sempati duymasam da “kendisini dinletmek” konusundaki ustalığını yakından gözlemlemeye karar verdim.

        Amerika’da yaşadığım için sabahtan akşama kadar 6 gün süreyle, Papa’yla ilgili “Beli ağrıdı”, “Lüks araca binmeyi reddetti”, “Başını kaşıdı”, “Bebekleri öptü”, “Dokunduğunu iyileştirdi” tarzı magazinsel demeçler de dahil olmak üzere her türlü haberi ve hemen ziyaretinin ardından da, ateist, Müslüman, Budist her kesimden insanın Papa hakkındaki fikirlerini takip etmekte hiç güçlük çekmedim. Gezisini tamamlayıp ayrılırken ardında büyük bir hayran kitlesi, bir de kafası karışmış fundamantelist bir Hıristiyan grubu bıraktı bu sefer. Dikkatle dinlediğimde kendini ifade ve halka hitabet tarzının ne daha önceki Papalara ne de bildiğim politikacılara benzemediğini fark ettim. Belki de kökende kimyager olmanın verdiği analizcilik, bir de insan psikolojisi üzerine okuduğu binlerce kitap Papa Fransuva’nın topluma hitabetinde değişik bir strateji oluşturmuştu.

        Bana ilginç gelen her şeyi madde madde sizlerle paylaşma gereği duydum:

        1. Amerika’ya gitme planı ortaya çıkar çıkmaz, 78 yaşında olmasına rağmen tercümansız konuşabilmek için geceleri sadece 3 saat uyuyarak İngilizce öğrendi ve bütün konuşmalarını aracısız kendisi gerçekleştirdi.

        2. Amerikalılara “Amerika büyük ve sizin için gurur duyulası bir ülke, ama burası dünyanın merkezi değil. Başka ülkeler hakkında bilgi edinmelisiniz” dedi.

        3. Hacda ölen hacılar için her dinden kesimi duaya davet etti ve onlarla birlikte dua etti.

        4. İkiz Kuleler’in yıkıldığı yerde düzenlenen törene katıldı. Yaptığı konuşmada, “Burada sadece Hıristiyanlar ölmedi. 3 bin kişi arasında Müslümanlar, Yahudiler ve Budistler de vardı. Olan terör olaylarını belli bir dini inanışa bağlamak, terörün dini alet olarak kullandığını anlayamamaktır” dedi. Böylece Amerika’daki başkanlığa oynayan adayların ağzından düşmeyen “İslami terör” sözünü tasvip etmediğini belirtmiş oldu.

        5. Global ısınmanın ciddi bir sorun olduğunu belirtti. Çevre kirlenmesiyle sebep olunan global ısınmanın diğer canlıları da etkilediğini, buna hakkımız olmadığını, çünkü dünyanın asıl sahiplerinin bizler olmadığımızı söyledi.

        6. “Politik görüşünüz nedir?” diye soru sorarak köşeye sıkıştırmaya çalışan gazetecilere, klişe ya da kaypak politik yanıtlar vermedi. Direkt olarak “Sosyal demokratlara daha yatkın benim fikirlerim” dedi. Parası çok olanların parası az olanlara yardım etmesi gereğinin altını çizerek “E, zaten bu sosyal demokrasi kuralı değil midir?” diye sordu.

        7. Değişik dinlerle ilgili ne düşündüğü sorulduğunda ise “iyi insan olmak için herhangi bir dini görüşte olma gereğine inanmadığını; insan ve doğa seven, saygılı, alçakgönüllü her insanın iyi insan olabileceğini” söyledi. “Dindarım” diyen çok dolandırıcı gördüğünü belirtti.

        8. Amerika’da sosyal adalet ve göçmenlere uygulanan haksızlıkların tekrar gözden geçirilmesi gereğini vurguladı.

        9. Eşcinsel evliliklere “Tanrı katında neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim bilebilir ki?” diyerek katı yanıtların dışına çıktı.

        10. Hangi dinden olursa olsun bilimi dışlayan din adamlarının günah işlediğini, çünkü bilim ve dinin birbirini desteklediğini söyledi.

        Bütün bu gözlemlerin sonunda anladım ki gerek dini tartışmalarda, gerek politikada, gerekse bilim dünyasında karşı tarafa mesajı iletebilmek için sadece doğruları bilmek yeterli olmuyor. Hitabet gücü, analizci bir mentalite ve insan psikolojisini anlayabilme yeteneği şart. Yıllardır herkesin uyguladığı, kabul ettiği, asla değiştirmediği standartlar dışındaysa görüşler, yine de dile getirilmeleri gerek. Kendimizi savunurken “savaş verme” psikolojisinin karşı tarafta yarattığı tek duygu “güvensizlik”.

        “Senin bildiğin yanlış” çatışması ise sadece bir horoz dövüşünden ibaret. Düşük bir ses tonu, saygıyla yanlışların altını çizmek ve özgüven, dinleyicide bir itiraz uyandırmıyor; söylenilenler dinleniyor.

        Takdir edilen ve global olarak saygı duyulan bir insanın ülkemiz aleyhinde dile getirdiği haksız söyleme yanıt vermek ciddi ve benzer bir strateji gerektirmekte. Aynı saygınlığı, gücü ve takdiri toplamak, toplum psikolojisine uygun davranmak, akıl işidir, bilim işidir. İşte o zaman verilen yanıt yerine ulaşır. Bir ülkenin onurunu savunmak ve kurtarmak ancak uluslararası platformda saygı kazanmakla mümkün olabiliyor. Bunun için atılması gereken çok adım var, ama ben birini söyleyeyim: Toplum önünde konuşabilme ve kendini ifade edebilme yeteneği ilkokullarda sıralara oturur oturmaz başlamalı. Hele her canlıya ve dolayısıyla fikre saygı... Onun okulu yok işte. O sizde, ebeveynlerde başlıyor...

        Papa’dan festival coşkusu

        ABD gezisi kapsamında Philadelphia’da bulunan Papa Fransuva, burada Benjamin Franklin Bulvarı’nda düzenlenen Aileler Festivali’ne katıldı. Binlerce Katoliği buluşturan festival alanına yerel minibüsler gibi tasarlanmış bir papamobille giden Papa, binlerce kişiyi selamladı. 300 bin kişinin katıldığı festivalde Papa, Aretha Franklin’in konserini izledi ve tekerlekli sandalyede oturan Ukraynalı bir serebral palsi hastası çocukla yakından ilgilendi.

        Diğer Yazılar