Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "AKŞAM bir mâniniz yoksa şöyle bir uğrayalım diyoruz, özledik sizleri." Güzel dostlardan gelen bu mesajdan sonra hemen kalkıp ortalığı toplamaya başlarsınız. Çayı demleyip fırına bir de kek sürüp saçınıza başınıza şekil vermek için aynanın karşısına tam geçmişken eşinizin bir sözüyle içinizdeki sevinç kabarması bir anda "foslayıverir": "İnşallah gelirken o 'velet'i birilerine bırakıp gelirler. Geçen sefer kırılmadık ne bilgisayar ne de vazo kaldı!"

        Bir an sessiz kalıp kınlan cam parçalarını, beyaz halınızdaki çikolatalı pasta lekelerini ve yatak odanızdan araklanmış pahalı rujunuzla duvarlara çizilen resimleri temizlemek için kaybettiğiniz 2 günü hatırlayıverirsiniz.

        İşin ilginç tarafı, başkalarının evinde sınırsız özgürlükle her "haltı" beceren aynı çocuk, kendi evinde konulan yasaklardan dolayı suspus oynamaktadır. Annesinin "Çocuk ne de olsa..." açıklaması nedense sadece kendilerine ait olmayan mekânlarda geçerli gibidir. Kalbiniz korkuyla çarparken "ding dong" kapı çalınır ve konuklarınız minik "terminatörleriyle" birlikte arz-ı endam ederler...

        "İnsanların kendilerine ait olmayan mekânlarda umursamaz davranmasının ardında ne tür bir psikoloji yatıyor?" diye soracak olursanız, inanın ben de yanıtını henüz bulmuş değilim. Bir insan pırıl pırıl evinden çıkıp, sinemaya gidip film seyrederken oturduğu koltuğun kaplamasını cebinden çıkardığı çakıyla ne diye delik deşik etsin?

        Psikologlar bu durum için "vandalizm", "falanizm" ya da "filanizm" gibi ruhi hastalık isimleriyle açıklamalar yaparken sözlerini kesip sormak gelir hep içimden: "O zaman insanların % 99'u hasta mı yani?"

        Kimi güzel bir arabanın yanından geçerken anahtarıyla baştan başa kaportayı çiziyor; "Böyle bir kötülüğü asla yapamam" diyen diğeri ise geri dönüşüm çöpünü ayrıca toplamayıp her şeyi bir çöp torbasına boca ediyor. Biri arabaya zarar veriyor, diğeri tüm doğaya. Ben bir fark göremiyorum burada. İkisi de zarar verdiğini bile bile yapmıyor mu bunu? Evet! İkisi de suçu işlerken "Bana ne" diyor mu? Evet! Gerisi bahane!

        Geçen hafta Dr. Ellis Silver, yazdığı "Humans are notfrom Earth" (İnsanlar Dünyalı Değil) isimli kitabıyla gündeme geldi. Ekoloji uzmanı olan Dr. Silver'e göre, insanların fiziksel eksiklikleri ve zayıflıkları bunun en güzel bilimsel kanıtı.

        Kitabın ana temasını kısaca özetlemek gerekirse: "İnsanlar evrim teorisindeki gibi gelişmiş varlıklar değillerdir. Bundan on binlerce yıl önce uzaylılar bizleri dünyaya getirerek bırakıp gittiler. Farklı yerçekiminden geldiğimiz için bellerimiz ağrımakta, farklı doğal koşullardan dolayı güneşte kolayca yanmakta, zor doğum yapmakta, çeşitli hastalıklara kolayca yakalanmaktayız. Bu yüzden sık sık dünyalı olmadığımız hissine de kapılırız. Dünyanın en gelişmiş ama bir o kadar da en hassas varlıkları olmamızın tek sebebi hâlâ bu gezegene uyum sağlayamamızdan kaynaklanmaktadır. Getiriliş sebebimiz ise saldırgan bir tür oluşumuz. Yani dünya bizim hapishanemiz! Ta ki 'adam oluncaya kadar' buradayız!"

        Açıkçası kitabı okuduğum zaman bu fikirler hiç yabancı gelmedi bana. Eminim sizlerden de zaman zaman böyle düşüneniniz olmuştur. Başkalarının evini talan eden "veletler" gibi değil miyiz sahiden? Dağdan geldik bağdakileri öldürüp yiyoruz; üzerlerinde hayvan deneyleri yapıyoruz; ağaçları kesiyor, suları, toprağı, havayı kirletiyoruz. Saldırganlık had safhada, birbirimizi de mahvediyoruz. Yalan dolan, riya... Kurunun yanında yaşlar da var maalesef. Bizleri getirenler ise gizli gizli seyredip suçlu hissediyorlardır kendilerini kesin. Bize karşı değil ha! Bizden önce var olan, dünyanın asıl sahibi zavallı canlılara karşı...

        Örümcek var diye bahçe ilaçlanmaz

        GEÇEN hafta Purdue Üniversitesi profesörlerinden Rick Foster, bir basın toplantısı yaparak tüm dünya çiftçilerine seslendi: "Bahçe ürünlerinizin örümcekle sarıldığını gördüğünüz an lütfen hemen böcek öldürücülere başvurmayın. Örümcekler bir bitkide yoğunlaştıysa büyük bir ihtimalle bitkinizi sarmış diğer böcekleri yok etmekle meşgullerdir. Gereksiz kullandığınız her böcek öldürücü, ürünlerinizi koruyan o 'gizli kahramanları' yok ettiği gibi toprağa ve suya karışarak kendi sağlığınızı da tehdit etmektedir. Örümceklerin evinize girmemesi için gerekli önlemleri alın yeter. Onların gözü zaten sizlerin evinde değil, bahçenizdeki zararlı böceklerde."

        Vücut mikroplarından yiyecek yapımı!

        GEÇEN hafta Dublin Bilim Galerisi'nde halka sunulan "selfmade", yani "kendinden yapılmış" isimli gösterim, halkın ilgisini çekmeye devam ediyor. Sergilenen ürünler tamamen mikrop kullanılarak üretilen yiyeceklerden oluşuyor.

        Örneğin bira, yoğurt, mayalanmış hamurlar ve peynir çeşitleri var listede. "E ne var bunda, bu yiyeceklerin mikroorganizmalar tarafından mayalanarak elde edildiğini zaten herkes biliyor"

        dediyseniz kısmen yanıldınız. Çünkü bu yiyeceklerin üretiminde kullanılan mikroplar insanların koltuk altlarından, ayaklarından, cinsel organlarından, hatta dışkılarından izole edilmiş. Biliyorum, doğal olarak ilk tepki, "Şimdi mide bulandırmanın ne anlamı var? Bu ne saçma bir bilimsel gösteri" şeklinde oluyor. Fakat serginin amacı mide bulandırmak değil, halkı mikroplar konusunda eğitmek. Örneğin, birçok kişi mikropların izole edildikleri yerle ilgilerinin ne olduğunu bilmiyor. Hastalık yapıcıların yanı sıra sağlık için çok gerekli hatta tedavi edici, hayatı kolaylaştırıcı mikropların varlığından ise hiç haberdar değil.

        Bilinçli toplumlar oluşturmak için ilginç fikirlerle açılan bu tür sergilerin ülkemizde de başlatılması bakalım ne zaman gerçekleşecek?

        Diğer Yazılar