Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKE gündemi ciddi konularla imtihan ediliyor. Bu arada bana kalırsa diğer konulardan daha az ciddi olmayan bir hadise daha yaşanıyor. Bir televizyon kanalında gösterilen “Kertenkele” dizisinin imam karakteri etrafında kıyametler koparılıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı da “Kıyameti koparan kim?” diye düşünmeden popüler kültür ürünlerinin geleceğini esir alabilecek yanlış bir hükme varıyor. Gelinen noktada İstanbul Müftülüğü, dizi ekibinin camilere girmesini yasaklıyor.

        Olaylı Kertenkele dizisinin meselesi, bir komiserin takıntısı haline gelen yufka yürekli bir yankesicinin kaçarken kılık değiştirmesi, bir imamın cübbesi ve sarığı altına gizlenerek hem polisten hem suç dünyasının gözü dönmüşlerinden korunmaya çalışması. Sığındığı kasaba, kılığından dolayı kendisini imam zannedince bu rolü üstlenmek zorunda kalıyor, bu da “İmamlara hakaret ediliyor” yaygarasının temeli oluyor. Sosyal medyanın talimatla mülayim-talimatla çirkef olan paralel hesaplarının kara kampanya başlatmasının asıl nedeni, Kertenkele’nin ilk iki bölümde bile epey iyi reyting alması ve STV dizilerini tehdit etmesi.

        Diyanet İşleri Başkanlığı ise çıkar çatışmasına maalesef alet olarak bir açıklama yayınlatıyor. “Filmde karakterize edilen ‘sahte imam’ tiplemesi toplumsal saygınlığı olan din görevlilerimizi derinden yaralamıştır” şeklindeki sözlerden anlıyoruz ki, Diyanet yetkilileri teveccüh gösterip iki bölüm bile izlememiş. Zira, “Kertenkele” karakteri “Allah bütün kapıları yüzüme kapatıyor” diyen umutsuz bir adam iken, giydiği cübbeye layık olmaya çalışan bir adama dönüşmekte. Tersi olsaydı, yani imam karakteri bir sahtekâra dönüşseydi, Diyanet’in tepkisi belki anlaşılabilirdi. Öyle bir durum yok. Konu bir imamın suç işlemesi değil. Bir suçlunun imam kılığına girmesi. Bu iki durum birbirinden ayırt edilemiyorsa, vay halimize.

        Diyanet’in açıklamasının şu kısmı da epey kafa karıştırıcı: “Dini değerlere saygıda bir seviye kazanan yayın hayatımızın tekrar bu seviyenin altına inmesini en hafif ifadeyle dikkatsizlik ve özensizlik olarak değerlendirmek istiyoruz. Bu açıklamamız sonrasında bu tür senaryolarda İslam’ın temel esaslarını (...) ve toplumsal saygınlığı olan şahsiyetlerin değerini aşındırıcı tarzda konu edinilmemesi noktasında bir bilincin oluşması temennimizdir.”

        Diyanet’in düzgün insanların yoldan çıktığı dizileri dert etmeyip bir suçlunun imam kılığında hidayete ermesini “seviyesizlik” saymasındaki çelişki anlaşılacak gibi değil.

        Zira bu mantıkla Kuran’da geçen ve günahkârların hidayete ermesini anlatan kıssalar dahi, daha ilk bölümlerde “seviyesizlik” ile itham edilebilir. Bu mantıkla, örneğin Yusuf (AS) ile Züleyha’nın hikâyesi, Züleyha’nın nefsine yenilmesi ama akabinde tövbe etmesi, “ölçülere dikkat edilerek” dahi beyazperdeye uyarlanamaz. Çünkü Diyanet, Züleyha’nın Yusuf’a meylini en baştan “seviyesizlik” olarak addedebilir.

        Bırakın tövbe eden günahkârı, bu mantıkla dinler tarihinde yer alan ve peygamberlerin “ders vermek” amacıyla sergiledikleri sahneler de malul kılınabilir.

        Diyelim ki, Hz. İbrahim dizi konusu oldu. Bölüm Hz. İbrahim’in gizlice putları kırıp baltayı da en büyük putun boynuna astığı ve galeyana gelen topluluğa da “Balta en büyük putun boynuna asılı, demek ki o kırmış, ona sorun” dediği yerde bitti. Diyelim ki, kıssadan hisseyi bilmeyenler de bugünlerde ancak “trolleyerek” var olabilen paralel gruplar tarafından gazlandı, sosyal medyada bir kampanya başladı: “Bu dizi Hz. İbrahim’i yalancı gibi gösteriyor, kaldırılsın!”

        Diyanet ne yapacak böyle bir durumda? “Hz. İbrahim” figürünün tez vakitte aklanması için dizinin bölüm sıralamasına müdahale mi edecek? Tuhaf olmayacak mı?

        Kertenkele sinematografik açıdan iyidir, kötüdür mesele bu değil. Mesele, Diyanet’in izlemeden ya da daha kötüsü kurmaca yapımların gerilim-düğüm-çözüm denklemi etrafında geliştiğini bilmeden, bir yapıma müdahale etmesi, bunu yaparken de “seviye” gibi izafi bir ölçüyü kriter haline getirmesi. Bu yöntem, memleket insanına iyiyi kötüyü tefrik etmeye yardımcı hikâyeleri “sürükleyici” bir anlatımla aktarmaya çalışan kişilerin önünü keser.

        Sonuç, evlatlarınız “How I Met Your Mother” gibi dizilerle formatlanırken sizin “Neden bu ülkenin evlatları kendi değerlerine uygun yapımlar, filmler çekemiyor?” diye ağlaması olur.

        Yani trajedi. Hatta trajikomedi.

        Diğer Yazılar