Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HALKLARIN Demokratik Partisi (HDP) Genel Merkezi’nde yaşanan saldırıda yaralanan HDP’li Ahmet Karataş’a geçmiş olsun diyelim. Bu tür bir saldırı hiçbir şekilde onaylanamaz, en yüksek perdeden kınanmalıdır. Kınayalım.

        Ancak HDP’nin bu olayı dört gözle beklediği izlenimini veren nöbetçi demeççilerinin her fırsatta yineledikleri ithamlarının da onaylanamaz olduğu açık. Görelim.

        Eşbaşkan Figen Yüksekdağ, partilerinin hükümet tarafından hedef gösterildiğini iddia etmeden önce, geçen ay içinde olanları hatırlamalı. Karataş’ı hedef gösteren, HDP’nin de katkı sunduğu gerilim ve çatışma zeminidir.

        ***

        Hasip Kaplan, “Cumhurbaşkanlığı makamının, Başbakan’ın kamuoyunu tahrik eden, halkı suç işlemeye teşvik eden konuşmalarının olduğu bu günlerde, bu saldırının tesadüf olmadığını düşünüyoruz. Partimiz IŞİD tarzı bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır” demiş.

        Bir yerlerde bir IŞİD tarzı var ama onu kendi aranızda arayınız. Yok, korkmayın, IŞİD içinde yer alan Kürtlerden bahsetmiyorum. Mahallenin çocuklarının kafalarını kaldırım taşlarına vura vura parçalayan YDGH’nizi kastediyorum.

        ***

        Aysel Tuğluk, “Çözüm süreci bitme aşamasına gelmiş durumda, yani kritik bir aşamada. Ama bu aşamada herkesin dilini ‘olumlu’ ve daha ‘kapsayıcı’ kullanması gerekirken, devletten gelen mesajlar son derece sert” demiş.

        Allah Allah? “Mesele IŞİD militanlarının Türkiye’ye girişi filan da değildir, mesele IŞİD ideolojisinin AK Parti eliyle toplumun tüm dokularına nüfuz ettirilmesidir” gibi iftira soslu analizler, “seküler güçleri” göreve çağırmalar kahve yanı çikolatası mıydı? Tüm bunları sadece 10 gün önce Tuğluk’un yazdığı yazıda okumamış mıydık?

        İnsan gerçekten hayret ediyor.

        ***

        Sürekli “dil” eleştirisi yapanların karargâhından Murat Karayılan’ın boy boylayıp soy soyladığı şu cümlelere ne demeli?

        “Bu, ‘kamu düzeni’ dedikleri ne ki? ‘Teslim olun, ses çıkarmayın’ demek. ‘Ben öldürürüm, ben vururum, ben egemenim; ne yaparsam yaparım ama siz ses çıkarmayacaksınız, teslim olacaksınız’ anlamını taşıyor. Dayatılan budur. (...) Bu hareketin 40 yıllık tecrübesi vardır; her türlü olasılığa karşı hazırlığı vardır. (...) Tamam; mevsim gereği bir kısım güçler devre dışı kalabilir ama halkın gerçek gücü devreye girdiğinde herkes görür neyin ne olduğunu.”

        El insaf değil mi? 2013’ün 21 Mart’ından daha önce başladı çatışmasızlık. Hadi onu saymayalım. Sürecin resmen ilan edildiği 21 Mart 2013’ten itibaren nerede keyfe keder vurmuş, nerede susturmuş, nerede bile isteye kırmış, nerede teslim olun, ses çıkarmayın demiş hükümet? Bilakis tabanı tarafından adeta ayıplanıyor, çözüm sürecini kendisine verilmiş bir yetkilendirme, bir egemenlik hakkı olarak sayan PKK-KCK yapılanmasına göz yumduğu için eleştiriliyor.

        Dayatmadan şikâyet eden Karayılan’ın “Karlar eriyince görürsünüz gününüzü” içerikli “tehdit cümleleri” de ne şirin ayrıca. Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz o da büyüyecek “kapsayıcı, olumlu dil” olacak...

        Sebahat Tuncel’e bakıyorsunuz, aynı eleştiri: “Hükümet nefret dili kullanıyor.”

        Tuncel ayrıca şunu diyor: “Atılacak adımların ne olduğu çok önemli. (...) Bu konuda yapılacak ilk şey, müzakereleri başlatmaktır.”

        Ama bir dakika. Cemil Bayık müzakerelerin başlaması için Magna Carta gibi bir liste dayıyor kafamıza.

        Bayık’a göre müzakere şartları:

        “Bir, Önder Apo’nun içinde bulunduğu koşulların değiştirilmesi gerekiyor.

        İki, üçüncü bir tarafın müzakerelerde gözlemci olması, şahitlik yapması (üçüncü göz).

        Üç, bir izleme komitesinin oluşturulması ve bu izleme komitesinin her iki tarafı denetlemesi, izlemesi.”

        Fikir olarak iyi olabilir, tartışılabilir. Ama müzakerelerin başlamasını hem talep edip hem şartla bağlamak neyin nesi? Bu nasıl bir kakofoni? Bir tarafı Türkiye’nin parçası olmaya istekli, silahı bırakıp siyasete karışmaya niyetli bir topluluk. Bir tarafı gemilerini dayadığı kıyımızdan savaşmadan dönmeye gönülsüz, yakıp yıkmaya gelmiş Viking ordusu.

        Dil konusu önemli, evet. Sürecin devamı ancak Hatip Dicle ve onun gibilerinin dili dolaşıma girerse mümkün. Sürekli muarızını suçlayıp kendi dilini ölçecek mihenkten nasipsiz olanlarla değil.

        Aksi takdirde adil de akil de akim kalmakla malul.

        Diğer Yazılar