Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAFTA başında önemli bir sempozyum vardı. KADEM derneğinin düzenlediği “Kadın ve Adalet Sempozyumu”nda, kadına yönelik şiddet, kadını ezen, mağdur eden şiddetin farklı boyutları, toplumsal cinsiyet etrafında oluşan sorunlar gibi pek çok konu ele alındı. Uluslararası düzeyde planlanan ve yurtdışından da pek çok konuşmacının davetli olduğu organizasyon bir ilk değil. Kadın hareketi yıllar yılı benzerlerini defalarca yaptı. Ancak bu organizasyona ilham ve yön veren duruşun, perspektifin bir farkı vardı. Kadın sorunlarını dinin, geleneğin, kültürün ve toplumsal değerlerin birikimini yok saymadan ve bu birikime saldırmadan çözme arayışı.

        Bu perspektifin ve farkın çok farkında olan kimi merkez medya mensupları, kadın kuruluşları, feminist şahsiyetler ise etkinliği Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşmadaki “eşitlik değil, adalet” vurgusuna kilitleyip boğdular.

        Meselesini “kadın-erkek eşitliği” üzerine kuran feminist çevreler “Anayasa’da eşitlik ilkesi var, tamam ama toplumda da fiili eşitlik sağlanmalı, bunun için de pozitif ayrımcılık savunulmalı” diyor ve adalet kavramının eşitlik kavramına tercih edilmesine karşı çıkıyor. Zira olay “eşit işe eşit ücret” gibi talepler değil. “Eşitlik” kavramından kaçıp “adalet” kavramını tercih ettiğiniz zaman aile ilişkilerinde açık-kapalı hiyerarşiyi destekleyebiliyor, değerler sistemine aykırılık hallerinde “Erkek yapar, kadın yapamaz” gibi eşitsiz ama toplumsal vicdan tarafından desteklenen normları savunup hâlâ “adil” kalabiliyorsunuz.

        Feministler, muhafazakârlar için hiç de “ideal” olmayan sonuçlar üretecek bir “idealist” ısrarda sabitlenirken, muhafazakâr kesimin kadın hakları için gayret sarf eden öncüleri “gerçekçi” olmaktan yana pozisyon alıyor.

        Klasik feminizmden yana tutum alanlar, eril dili ve toplumsal cinsiyetin erkek rolünü perdahlayan söylemini toptan reddederken, KADEM gibi, başkanı Sare Aydın Yılmaz gibi kadınlar tam tersine, kadını korumak için gerekirse o eril dilin, doğuştan ya da toplumsal cinsiyet kurgusunun yüklediği “erkek” rolünün içinden de bir dil üretilebileceğini düşünüyorlar.

        Mesela, feministler “Adam gibi adam”, “Erkek gibi kadın” gibi dile, söyleme sızmış olan erkeği yüceltici ifadelerden bile kaçınırken KADEM kadına şiddet uygulayan erkeğe karşı tutumunu “Önce adam ol, kadına el kaldırma”, “Erkeksen, öfkeni yen!” gibi sloganlar üreterek ortaya koyuyor. Şiddet uygulayan erkeği, kendi varoluş algısı, kimliğinin en temel taşı olarak gördüğü “erkekliği” ile karşı karşıya getirerek caydırıcı olunabileceğini düşünüyorlar.

        Feministler, erkeklik sembollerinin, erkekliğin yüceltiminin, erkeğin sürekli olumlanmasının sorunların en temel nedeni olduğunu, kadının avantaj sağlayabilmesinin erkeğin “daha az” erkek olmasına bağlı olduğunu düşünüyor. Muhafazakârlar ise erkeği erkek olarak, kadını kadın olarak benimsemek gerektiğini, hak mücadelesinin taraflardan birini kimlik kaybına uğratmadan verilebileceğini, kadını ezen sorunlarla erkeği reddetmeden de mücadele edilebileceğini düşünüyor.

        Dolayısıyla aslında, iki tarafın da haklı olabileceğini düşünüyorum.

        Feminizm hayatın aşktan evliliğe, eğitimden üretime bütün nüveleri ile erkek taleplerine göre kurgulandığını, kadının kendisine yüklenen rolden çok önce insan olduğunu hançeresini yırtarca bağırarak anlatmasaydı, bugün özellikle şehirli kadınların hayatı; eş, anne, sevgili, metres kıskacına alınmış hayatlar olurdu.

        Dini değerleri olmayan ve geleneksel birikime açık olmayan kadınlar olsaydık, erkeğin sadece “iktidar”, sadece “otorite”, sadece “güç” figürü olmadığını, teslim olmaya ve boyun eğmeye ihtiyaç duyan bir varlık olduğunu göremez, kadını “ezilen” parantezine almanın, onun fedakârlığından doğan gücü ıskalamak olduğunu kavrayamazdık.

        Kavga eden değil, birbirini dengeleyen perspektifler olarak iki duruşun da gerekli, anlamlı olduğunu düşünüyorum.

        Kadın ve erkeğin birbirinden ancak takvada üstün olabileceği ayetle sabit iken, eşitlik kavramını bu kadar şeytanlaştırmak gereksiz. Adalet eşitliği kapsayan bir kavram iken, adaleti AK Parti icat etmiş gibi davranmak da.

        Aynı şekilde “fıtrat” da korkulacak bir kavram değil. Zira sabit ve mutlak değil. Fıtrat, mizaç ile anlam kazanan bir kavram. Üstelik şu var: Kadınıyla erkeğiyle fıtrat, ideal toplum için tek temel olsaydı, kadın ya da erkeğin tekâmülü için yeterli olsaydı, peygamberlerin gelmesine, vahiylere, kutsal kitaplara yani Allah’ın kullarıyla temas etmesine gerek kalmazdı.

        Diğer Yazılar