Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AHMET Davutoğlu, AK Parti’nin iktidarda kaldığı 12 yıl boyunca önce danışmandı, daha sonra Dışişleri Bakanı oldu, şimdi ise Başbakan. Aslında çok uzun yıllardır siyasetin içinde olmak anlamına geliyor bu. Ancak Davutoğlu’nun teşkilattan yetişmiş olmaması, akademik bir geçmişe mensup olması, politikanın vurdulu kırdılı atmosferi için fazla naif ve kibar olduğu hep hatırlatıldı, bu geçmişin ve özelliklerin bir “dezavantaj” olabileceği yorumları yapıldı. Nitekim gerçekten de Recep Tayyip Erdoğan gibi halkı ve siyaseti görülmedik ölçüde hareketlendirmiş bir profilin ardılı olmanın kolay olacağı düşünülemezdi. Ancak bu yorumlar ve endişelerin yersiz olduğu çok geçmeden ortaya çıktı denilebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Davutoğlu’nun Başbakan olarak bayrağı teslim almasının üzerinden sadece aylar geçti ama “Hoca”, beklenenden daha hızlı şekilde adapte oldu.

        Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu 5. Olağan Kongre nedeniyle yaptığı Erzurum, Kars, Balıkesir ve Kırklareli ziyaretleri sırasında izleme fırsatım oldu. Davutoğlu’nun siyasetin, meydanların retoriğine oldukça hızlı bir biçimde ayak uydurduğunu ama kendi üslubunu, tarzını da koruduğunu gözlemledim. Yaptığı konuşmalarda, siyasi muhataplarına, muhalefet partisi liderlerine, özellikle Devlet Bahçeli’ye sert bir biçimde yüklendi. Ama bunun yapıcı bir çatışmanın sınırları içinde kalmasına da dikkat etti. Eleştirilerindeki sertlik, diğer partilerin liderlerini kendi mahallelerinden çıkmaya, alana inmeye teşvik eden bir “meydan okuma” üzerinden şekilleniyordu.

        Davutoğlu bir siyaset adamı olarak tavrını ortaya koyuyor, muarızına sert eleştirilerde bulunuyor ama “Ahmet Hoca” olduğunu unutturmuyor, yaptığı şeyi şerh ediyor, gerilen hatları yumuşatıyor. Alevi dedesinin elini öpüyor. Kahvehaneleri ziyaret ediyor. Çocukları kucaklıyor. Gençlere iltifat ediyor. Mazlum birinin elini tutup onunla ağlıyor. Aslında aynı, bilinen Ahmet Hoca. Ama bu kez “Başbakan” olarak yapıyor bunları.

        Davutoğlu, gittiği her şehirde o şehrin velilerini, âlimlerini, gazilerini bir bir sayıyor, hatta seyahatlerinde ziyaret ettiği kabirleri, dergâhları, tekkeleri ve anıldıkları isimleri bir “mantra” gibi tekrarlıyor. Bunu hem manevi, ahlaki, vicdani bir çerçeve oluşturmak, hem de çevrede, kenarda, dışarıda kaldığını düşünenlere değersiz olmadıklarını, bu ülkenin kaderine hediye ettikleri isimlerin kıymetiyle kıymetlendiklerini hatırlatmak için yaptığını sanıyorum.

        “Ahmet Hoca”, Davutoğlu’nun gençlerde karşılık bulan yüzü.

        Davutoğlu’nun Türkiye tasavvuru, düşünce haritasını oluşturan faktörler, “medeniyet” vurgusu, üzerinde yaşadığımız şehirlerin Halep’le, Gazze’yle, Bağdat’la aynı dolaşım sistemine, aynı akrabalığa mensup olduğuna ilişkin fikriyatı gençler tarafından büyük bir heyecanla sahiplenilmiş. Bundan bir 15 yıl kadar önce Kudüs denildiğinde, Bağdat, Halep isimleri zikredildiğinde sadece belli bir yaş grubunun kalbi titrerdi, bu isimler gençler arasında sadece bir grup erkek üniversite öğrencisinin zihnini tetiklerdi. Erdoğan’ın her balkon konuşmasında selamlayarak yükselttiği bu vizyon; ilhamını Davutoğlu’ndan alan bu strateji, şimdi liseli gençler, genç kızlar ve kadınlar arasında da “popüler”.

        Erzurum’da her biri genç kızlar tarafından taşınan, Gazze, Bağdat, Halep, Myanmar, Somali, Kudüs, İstanbul, Erzurum yazılı dövizler getirmişlerdi.

        Balıkesir’de ise bir zamanlar popüler olan bir şarkının ara sıra stadyumlarda da kullanılan melodisi üzerine yazılmış şu nakarat, bu kez “Osmanlı” teması üzerinden şekillendirilmişti: “Haydi şimdi/ Osmanlı’ya / Götür bizi/ Ahmet Hoca.”

        Yüzlerde tebessüme neden olan bu “nevzuhur” nakarat, öğrencilerin sevdikleri bir öğretmene yaptığı tezahürat gibiydi. Gençler “Milli Disneyland” havasında; yadırganmayacaklarını, azarlanmayacaklarını bilmenin rahatlığı içinde neşeyle tekrarladılar. Davutoğlu’nun karşılığı “Sizinle her yere giderim gençler” şeklinde oldu.

        Hiç kuşkusuz “Osmanlı” ne götürülen, ne getirilen bir şey, bir fanteziden fazlası. Bunu onlar da biliyor. Ama “Osmanlı” kelime/kavramı aklı, iktidarı ve ahlakı meczedebilen bir “felsefe taşı” gibi. “Ahmet Hoca” da o taşı emanet alıp taşımaya kararlı bir “bilge adam”, bir “rehber”, bir “öğretmen” olarak görülüyor; söylemi ve imgesiyle gençleri o gücü, o ideali “kendi dilleriyle” talep etmeye teşvik ediyor.

        Diğer Yazılar