Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        14 Aralık’ta yapılan operasyona karşı çıkanlar, meselenin Tahşiye adlı yayınevi etrafında döndüğünü dikte ederek ısrarla çarpıtma yapıyorlar. Masum bir cemaat liderinin silahlı terör örgütü kurmakla suçlandığını, buna karşılık Tahşiyeciler adlı silahlı örgütün aklandığını iddia ediyorlar. Oysa konu şu: Gülen Cemaati’ne “silahlı terör örgütü” demek yanlış, ama Tahşiyeciler diye bir “silahlı terör örgütü” de yoktu. Tahşiye diye bir yayınevi ve o bünyede çalışan birkaç yazarı, iki gözü kataraktlı büyük oranda görme kaybı olan Mehmet Doğan adlı bir adamı alıp koleksiyona meraklı bir kuyumcunun evinde bulunan eski silahları da üzerine koyarak bir “silahlı terör örgütü” icat etmeye çalıştınız. Bu icat etme çabasındaki motivasyonu da Gülen’in “İşte adına Tahşiye derler...” diyerek verdiği vaazı talimat kabul etmeniz oluşturdu.

        Konu Tahşiye Yayınevi etrafındaki bir sohbet grubunun muhteşem fikirlere sahip olması ve olağanüstü iyi insanlar olması değil. Konu, mevcut operasyonun “Biri işaret etmiş, biri tutmuş, biri pişirmiş, biri de oldu da bitti maşallah demiş” şeklinde özetlenebilecek dayanışma ve iş yapma ağının somut delillerle tespiti.Burada bir işaret eden, bir yapan, bir de yapılanı meşrulaştırmak için yayınladığı dizilere hazır gelen CD’leri hiç sorgulamadan koyarak kamuoyu oluşturan var. Olanı biteni eninde sonunda yazmak, haberlerine yer vermek ve kendini bu noktada meşru argümanlarla savunabilecek durumda olan Zaman Gazetesi’nin olayların merkezi imiş gibi gösterilmesine sebebiyet verilmesi, hem operasyonun sıhhati hem de medya-iktidar ilişkilerindeki tartışmalar açısından yanlış oldu, bunu yazmış ve eleştirmiştim. (Habertürk Gazetesi 16.12.2014 tarihli yazım.) Fakat bu ayrı şey, operasyonun haksız, hukuksuz, sağlıksız olduğunu ileri sürmek ayrı şey. Tahşiye Yayınevi etrafında bizzat polis ve yargı unsurları eliyle bir hukuk ihlali yaşandığına hiç şüphe yok. “Ama o El Kaide’ye bağlı bir örgüt” diye tam gaz dezenformasyona girişmiş olanlara biraz insaf önermek gerekir, iddianame bile “bağlı” demiyor, “manevi destek” ifadesini kullanıyor. Paralel yapı belli ki Mehmet Doğan’ın hoş olmayan fikirlerini öne çıkararak “El Kaide’ye bağlı örgüt” tezviratına sarılacak. Ayrıca görünen o ki, Cemaat bu noktadaki savunma hattını Türkiye’nin bir Batı ittifakı üyesi olduğu, radikal “İslamcı” silahlı örgütlerle mücadelenin de bu ittifaka mensup olmanın gereği olduğu cihetinden kuracak. “Görünen o ki” dememin sebebi Ali Bulaç’ın 22.12.2014’te durduk yerde ortaya AK Parti’nin Amerika’nın izniyle kurulmuş bir parti olduğuna dair bir iddia atmasında gizli.

        “AK Parti bir proje miydi?” diye soran Bulaç, Amerikalıların teklifini Erbakan kabul etmedi, Yazıcıoğlu kabul etmedi, ama Erdoğan etti diye anlatıyor. Erdoğan’ın sonradan rota değiştirip tercihini yerli kalmak yönünde kullanarak çok ayıp ettiğini şu sözlerle ifade ediyor: “Sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra ‘Ben yokum’ deyip diklen!”

        İslamcılık, sistemin imkânlarıyla sistemi eleştiren ve dönüştürmeye çalışan bir 20. yy. ideolojisi olduğuna göre, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne’nin “İslamcılık bitmiştir” tezlerine şakacıktan direnmiş, ayrı konu. Devamında Erdoğan’ı Saddam’a da benzetmiş. Bu gecikmiş iddiaların bu gündeme denk getirilmesi herhalde şunu ima etmek için: “Arkadaş, radikal İslamcı örgütlerle mücadele Türkiye’nin ittifaklarının bir gereğidir. 2009’da, bu operasyon yapılırken yani, biliyorsun ki sen de bu işin içindeydin, bizzat kurulman dahi transatlantik uzlaşımların sonucuydu, sen sonradan ‘yoldan çıktın’ diye, yolda kalanın günahı ne?”

        Mesele bir fikri ayrışmadan ibaret kalsaydı, ortada en azından demokratik, laik hukuk devleti açısından bir günah olmazdı. Şu şartlarda ise günah olan, milletin reyi ile iktidara gelmiş bir hükümetin iktidarını, milletten oy ve onay almadan çalmaya girişmek.

        Batı ile bazı uzlaşmalar, anlaşmalar içine girmenin ilanihaye oraya tutsak kalmak anlamına gelmediği de ortada. Sorgulanması gereken, tutsaklığı “garanti altına almak için” bu denli katakulliye girişenlerdir, ondan özgürleşmeye çalışanlar değil.

        Diğer Yazılar