Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN yazdım, Cumhurbaşkanı ve ekibinin başkanlık sistemini savunmalarının asıl nedeni ekonomik büyümenin, kalkınma hamlelerinin ve para politikalarının etkin verimlilik esasına göre sonuç almasına elverişli olması. Gelgelelim, bu hedef halka “padişahlık özlemi” olarak lanse ediliyor. Bazı uygulama, proje ve demeçler de bu lansmana başlık ve çerçeve sunmaktan geri kalmayınca, başkanlık sistemini savunanlar aslında “padişahlığı”, teokrasiyi, birey hak ve özgürlüğüne alabildiğine müdahale edilen bir rejimi istiyorlarmış görüntüsü oluşuyor.

        Makro demokratikleşme paketlerini birbiri ardına çıkaran ve her birinin arkasında duran AK Parti iktidarı başta Kürt vatandaşlarımızın kimlik haklarını tahakkuk ettirmeye yönelik edimleriyle Türkiye tarihini şimdiden değiştirdi. Devlet mantığını, vatandaşlık tanımını yerlileştirdi. Gezi olaylarının ve 17-25 Aralık vesayetçi teşebbüsün sokakla ya da bürokratik darbeyle iktidar elde edebileceğini zanneden gayri meşru yetki hırsızlığı girişimi olmasaydı; bu olayların yarattığı cerbeze vuku bulmasaydı rahatlıkla “AK Parti iktidarı agresif olmayan ilerlemeci bir ‘milli bilinç’ inşa etti” bile diyebilirdik. Lakin bahsi geçen olaylar şakaya gelir cinsten değildi. 6-8 Ekim’de bu kez BDP çağrısıyla YDGH’nin neden olduğu rezaletler de yaşanınca hükümet devleti, temsil ettiği tabanı hatta “demokratik aksamı” korumaya endekslenerek güvenlik ve düzen ağırlıklı düşünmeye davranmaya sevk edilmiş oldu. Buna rağmen Ermeni meselesinden ötürü yüksek profilli bir taziye söz konusu oldu, gayrimüslimlere ait vakıf mallarının iadesi sürüyor, 1.7 milyon Suriyeli mülteci bu zor şartlarda bakılıyor ve “çözüm sürecinde kararlılık” istikrarını koruyor, Başbakan Davutoğlu Alevi vatandaşların sorun ve talepleriyle ilgili yeni bir sayfa açıyor vb.

        Fakat mikro demokrasi alanındaki tıkanma, açılmak bir yana bireysel özgürlüklerin ama “sağlık” ama “kültür” ama “yurdun ihtiyaçları” bağlamında daha da katılaştığına yönelik bir izlenim vermekle malûl.

        Misal, kadın ve erkeğin eşit olduğu fikrinden hazzetmeme hali, savunulan bir duruşa dönüşüyor. “Adalet” kavramıyla ideal bir noktaya varılabileceği yönünde samimi fikirleri olan insanlar bu bakış açısıyla sadece “kadına yönelik şiddeti” önleyebileceğini anlamaya yanaşmıyor. Bakanlığın adından “kadın” kelimesinin çıkarıldığı yetmezmiş gibi bir bakanımız “Kadının yapacağı en iyi kariyer anneliktir” gibi sözleri büyük bir ferahlıkla söyleyebiliyor.

        Nurettin Yıldız isimli bir üstat sık sık “kadınların nasıl yaşayacağı”, “hadlerini nasıl bilecekleri” konularında sohbetler ihsan eyliyor ve “çalışan kadınlar eşlerini fuhşa sürüklüyor” gibi tahammülfersa ifadeleri gariptir, handiyse itibar görüyor. Kendisini kerhen de olsa kınamanın yine erkeklere düşmesi, muhafazakâr kadınların derneklerinin örgütlerinin kendisine yüksek tondan ses yükseltmemesi ise durumun ne kadar ürkütücü olduğunun göstergesi olarak kayıtlara geçiyor.

        Kadın ve annelik, geçtim tercih meselesini, anne olamayan kadınları incitircesine ciddi bir hoyratlıkla birbirine indirgenirken, anne adayının da sokaklarda gezmemesi buyuruluyor. (Bkz. Tuğrul İnançer ve işleri)

        Sezaryen “memleketin nüfus ihtiyacı” ile rasyonalize edilirken, şimdi bir de “sağlık” gerekçeli “açık havada sigara yasağı” geliyor. Sinema, AVM gibi binaların önünde artık içilmeyecekmiş. Daha da önemlisi, iş “tiryakisiz işyerleri” gibi insanları ekmekleriyle tehdit eden bir uygulamaya kadar gelmiş. İHA’nın servis ettiği 31.01.2015 tarihli habere göre “sigara içen çalışanı bulunmayan işyerlerinin olması için özendirme çalışması” yapılacakmış. Daha komik olanı var: “Sigaraların üzerindeki sağlık uyarı ve mesajlarını kapatmak amacıyla kullanılan yapışkan etiketlerin, çıkartmaların, muhafazaların, kaplamaların ve benzeri kılıfların, üretim ve piyasaya arzının önlenmesini sağlayacak mevzuat düzenlemesi yapılacak”mış. Kusura bakmayın ama literatürde biz buna gizli işsizlik diyoruz.

        Devlet geleceğe yönelik tedbirler almak isteyebilir, hakkı da vardır; ama gerekçeleri doğru bile olsa yaptıklarının “bedene müdahale” eşiğini geçmemesine ve bu eşik üzerinden zar atan “din âlimi görünümlü özel hayat uzmanlarına” çizgi çekmekle mesuldür.

        Zira “aslında” kimse bedenine bu kadar yaklaşmış bir devlet-devlet destekli ulema tayfasından hazzetmiyor.

        Özet: Başkanlık sistemine yapılan padişahlık mugalatasını açığa düşürmek isteyen siyaset mekanizması birey alanıyla ilişkisini ve mesafesini yeniden gözden geçirmeli.

        Diğer Yazılar