Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SUUDİ Arabistan’ın başını çektiği Körfez ve bazı Arap ülkelerinin Suudi Arabistan-Yemen sınırındaki Husilere ait bazı askeri noktalara düzenlediği operasyon devam ediyor. Bu harekât hiç kuşkusuz Tahran-Bağdat- Şam-Beyrut hattında boy veren İran megalo ideasına, daha doğrusu İran emperyalizmine verilen bir refleks. Sabırların taştığı yerde, İran- ABD ittifakına epeydir bozulan Suudi Arabistan ve diğer ülkeler tepki verdi. İran’ın sızmaya çalıştığı ülkelerde bulunan İhvan-ı Müslimin hareketini neredeyse İran kadar ciddi bir şevkle yok etmeye çalışan Suud, acı geçekle yüzleşti. Suud’un söz konusu çelişkisi o kadar kullanışlıydı ki, ABD ve İran yanlısı El Monitor haber sitesinde Alex Vatanka ismiyle yayımlanan bir makale, Suudi Arabistan’a İran ile beraber hareket etmesini savunuyor, Müslüman Kardeşler’in Yemen’deki temsilcisi olan Islah Partisi’ni hedef gösteriyordu. Islah Partisi’nin Suudi güvenliğine tehdit olduğunu iddia eden yazar, İran’la işbirliğine girmesini tavsiye ettiği Riyad’a, “İran destekli Husileri bırak, İhvan’la savaş” aklını vermekteydi.

        İran bağlantılı Husiler, Yemen’de darbe yaparken Batı’dan az ya da çok destek aldılar. Son iki yıldır Suriye’ye savaşçı gönderen İran’ın Batı tarafından hiç muhasebe konusu edilmemesi, ama Esad’la savaşan muhaliflerin sürekli tartışma konusu olması da bu desteğin daha geniş bir zaman dilimini ve coğrafyayı kapsadığını göstermekteydi.

        ABD daha ocak ayında Husilerle savaşan aşiretleri vuruyordu.

        Şimdi Suudi Arabistan’ın Husilere karşı başlattığı harekâtı desteklediklerini duyurdular.

        Bu bir çelişki mi?

        Hayır.

        Daha geriye gidelim. Yıl 2010, ABD, İran’ın ensesinde çöreklenmiş ya da öyleymiş gibi yaparken, Türkiye nükleer enerji çalışması yapmasının İran’ın hakkı olduğunu savunuyor ve uranyum zenginleştirme programının nükleer silah yapmaya eşdeğer görülemeyeceğini ileri sürerek İran’ın yanında duruyordu. Batı semalarında “Türkiye’nin eksen kayması” konuşulur oldu.

        Suriye’deki olaylar patlak verdi ve ABD tez elden bir sert mesaj verme yanlısı iken Türkiye, Beşar Esad ile diplomatik seçeneklerin tüketilmesi gerektiğini düşünüyordu.

        2012’de Türkiye artık netti, Esad’ın caniliklerinden canı yanmış halkın yanında durdu. Çoğulcu bir muhalefet tablosunun ortaya çıkması için SUK’lar, SMDK’lar eliyle muhalefetin kimlik kazanması için uğraştı. Ama o da ne? ABD artık orada değildi.

        2013’te Esad’ın yaptığı kimyasal saldırıyla Obama’nın kırmızı çizgileri aşıldığı halde ve Türkiye’nin uluslararası platformu Esad’a karşı uyarmasına rağmen, ABD hiçbir şekilde tedbir almadı, yaptırım uygulamadı. Hillary Clinton’ın garip istifası ve CIA Bölge Direktörü Petraeus’un görevden alınmasından kısa bir süre sonra anlaşıldı ki, Suriye ve hatta bölge konusunda ABD’nin yeni partneri İran’dır.

        Daha sonra hepsi IŞİD’in yönetim kadrosunu ve gövdesini oluşturacak binlerce mahkûmun Irak Ebu Gureyb Hapishanesi’nden nasıl kaçabildiği, IŞİD’in Sünni kötü-Şii iyi lansmanına hizmet ettiği ortaya çıkınca daha da iyi anlaşıldı.

        Sadece Suriye konusunda bile ABD, çözüm olasılığını değil, çözüm karşıtı seçeneğin karşısında durdu sürekli. Ki, Kasım Süleymani ortaklı Kandil-PYD işbirliğini desteklemesinden bahsetmedim daha.

        Peki şimdi Yemen operasyonunu şöyle böyle desteklediğini açıklaması ne anlama gelir?

        ABD’nin İran ile aynı yatağa girmenin hata olduğunu anlaması anlamına mı?

        Elbette hayır.

        19 Kasım 2014 tarihli “Yola Devam” yazımın ara başlığı “Obama ve Daniel Pipes’in Pişti Olduğu Yer” adını taşıyordu. Tescilli Neo-Con ve aynı zamanda Middle East Forum’un da başkanı olan Daniel Pipes’in önce Suriye’de cihatçıların desteklenmesi gerektiğinden bahseden 2013 Nisan tarihli yazısını, sonra da Esad’ın desteklenmesinden bahseden Aralık 2013 tarihli yazısını konu edinmiştim. Zira ikinci yazısında açık açık şunları yazmıştı: “Suriye iç savaşını hangi taraf kaybediyorsa onu destekleyin.” Bu tavrı şöyle şerh ediyordu: “Biz, kazanması umuduyla değil, diğer tarafın kazanmasını engellemesi umuduyla bir tarafı desteklemeliyiz.”

        Aynı bakış açısı, ABD’nin ve başka Batılı devletlerin bölgede patlak verecek Sünni-Şii kapışmasına nasıl muamele edeceklerinin prototipidir.

        İran’ın kurduğu oyunlar, Şiiliği alıp Pers milliyetçiliğinin savunma kalkanı haline getirmesi ve tabii ki haksızlığı bir yana, bu konu da hiç unutulmamalı.

        Diğer Yazılar