Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir tarafta “büyük resim” var.

        Yedi düvel Türkiye ile uğraşıyor ve bu, son 2 yılın yılan hikâyesi olsa da Türkiye için yeni bir durum.

        Uluslararası aktörler ve medyaları, akademisyenleri, sivil toplum kuruluşları ve yerli eşlikçileri sıradışı bir taarruz uyguluyorlar. “One minute” ile başlayan rahatsız kıpırdanışlar Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” çıkışındaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi eleştirisinden sonra açık saldırıya dönüştü. Düşünün ki İtalyan gazetesi Le Republica, 7 Haziran seçiminden sonra yayımladığı bir makaleyi şu başlıkla sundu: “Yeni bin yılın Selahaddin Eyyübi’si son metroda durduruldu.”

        Bu başlık Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın anlamını bilenler, Selahaddin Eyyubi’nin mücadelesini hatırlayanlar için tek bir anlama geliyor: Batı, Haçlı seferlerini bitirmedi, biçimini değiştirdi.

        Erdoğan’ın maruz bırakıldığı küresel şantaj, aşağılama ve ülkenin başına bela edilen ayaklanma ve terör halleri küresel aktörlerin son sürüm müdahaleciliğini; Batılı ulus devletler, Batılı ulus devlet ötesi şirketler ittifakı ile oluşan bir “imparatorluğun” hayâsızca akınını “durdurma olasılığı olan adam” olarak kodlanmasıyla alakalı. Bir tür yeni Selahaddin Eyyubi olarak görülmesiyle.

        Sırf bu benzetme-kodlama bile olaylara insani, İslami ve hatta anti-emperyalist bir perspektiften bakanları Erdoğan’ın meselesine yakınlaştırmaya ve o meseleyi sahiplenmeye teşvik için yeterli. Yapılan akıl yürütme ve duygu yatırımı şöyle şekillenmekte: Kimi zaman ordularıyla, kimi zaman medyasıyla, kimi zaman sermaye birikimine ve para akışına yaptığı müdahalelerle, kimi zaman kâğıt üstünde yerli görünen manipülasyon çeteleriyle, ülkeleri ve coğrafyaları dizayn eden, bu yolda kan akıtan ve akıttıran, nesiller boyu sürecek zillete neden olan küresel aktörler, Erdoğan’ı tehdit olarak görüyorsa Erdoğan iyidir, umuttur, yolunu yol bellemek onurdur.

        Büyük resim böyle diyor.

        Ama bir de küçük resim var.

        Mikro hikâyeler var.

        Büyük resmin çaldığı alarmı en fazla duyacak noktada duran ama gariptir aladağdan serin, kendi küçük menfaatlerini tahkim etme derdinde olan adamlar var.

        Büyük resmin dayattığı olağanüstü koşulları şatafata, mal-mülke, makam arabasına duydukları açlığı gidermek için kullananlar var.

        Diline taktığı “dava” kelimesiyle Erdoğan’ın alnının teriyle kazandığı sevgi birikimini kendi şahsi ikbal ve nefsani beklentileri için harcayanlar var.

        En önemlisi bırakın granüllere kadar ayrışmayı, “topyekûn beraberlik”, “kader birliği” duygusunu uyandırmak gerekirken, tam aksi yönde sergilenen bir katılık ve sıkışma tablosu var.

        Mikro hikâyelerde güzel işler yapan adamlar var. Ama bir bakıyorsunuz işi güzel ve fazla temiz yaptığı için dışlanan adamlar da var.

        İstişare halkası genişlerse gözden düşeceğini zannettiği için Erdoğan’ı masif, çelik bir daireye hapsetmenin daha “faydalı” olduğunu düşünenler var.

        Böyle yaparak aslında bu harekete ontolojik bir karşıtlık içinde olan Türkiyeli ama İslamofobik hattı daha da tahkim ettiğini göremeyenler var. Dışarıdan gelen saldırıların içeride eşlikçi bulmasını kolaylaştıran, en temel gereksinimlerin; “ulusal güvenlik” gibi kavramların bile insanları yeterince birleştirmediğini fark etmek yeterince acı. Ama “Birlik için, ülke için, asgari müşterekler için gereken elementler orada, elimizin altında neden görmüyoruz?” diyeni dışlayan, ayrışmayı körükleyen bir yanlış akıl trendi var.

        Öyle ki, Erdoğan’ın aldığı en esaslı darbe olan 17 ve 25 Aralık girişimlerinin sabahında arazi olup sinmiş, ama şimdi “Reis, seni seviyorum ve ümmet adına, Türkiye adına üzerine titriyorum, seni orada yalnız bırakma lüksüm yok, söylemek zorundayım” diyerek söze başlayan bir Hakan Albayrak’a, bir Diriliş Postası Gazetesi’ne yüklenmeyi görev addetmiş vekiller var.

        “Büyük resim” bir hakikate tekabül ediyor.

        “Küçük resim” ise sık sık “Yedi düvel üzerimize gelirken nasıl oluyor da bu işler oluyor?” dedirtiyor.

        Bunları yazıyorum, çünkü AK Parti’yi de Cumhurbaşkanı’na yüklenen anlamı da fazlasıyla önemsiyor, hatta o anlamı sahiplenenler arasında bulunuyorum. 1 Kasım’a doğru kurulacak diskur açısından önemli olduğunu düşünmesem birçok kişi gibi ben de boşverirdim ve bu yüzden kimse tarafından sigaya da çekilmezdim.

        Diğer Yazılar