Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bülent Arınç’ın Taha Akyol’un Eğrisi Doğrusu isimli programında sarf ettiği sözler, orta ölçekli bir depreme neden oldu. Sebep, Arınç’ın “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatından haberdardı” demiş gibi lanse edilmesiydi. Oysa programın video kaydı hâlâ orada duruyor. Açılıp bakılırsa görülecek olan şey, Arınç’ın, “mutabakat” kelimesini “toplantı” olarak düzelttiği ve “Cumhurbaşkanı toplantıdan haberdardı” derken fiili bir tanıklığa dayanmadığını, Yalçın Akdoğan ve Mahir Ünal’ın aktarımlarını referans aldığını beyan ettiğidir.

        İşin ilginci Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arınç’a cevap mahiyetinde söyledikleri de o dönem verdiği tepkinin haberdar olma sorunundan değil, “verilen fotoğrafı onaylamamasından” kaynaklandığını gösteriyor. Erdoğan şöyle diyor: “O televizyon programını izlemedim, ama duyunca da ciddi manada üzüldüm. Dolmabahçe konusunda Yalçın Akdoğan, Efkan Âlâ, Mahir Ünal Bey’e, ‘Onlarla aynı fotoğraf karesinde olmanız doğru olmaz. Onları muhatap almak ciddi manada size zarar verir. Sizler hükümetsiniz, onlar ise hükümetin muhatabı olamaz’ demiştim.”

        Buradan benim çıkardığım sonuçlar şunlar:

        - Bir toplantının yapılacağından haberdar olmak ayrı şey, spontane gelişen koşullara karşı sergilenecek tutumdan haberdar olmak ayrı şey.

        - Erdoğan’ın barışa hizmet etme maksadına matuf bir toplantının yapılacağından büyük olasılıkla haberi vardı; ama bu toplantıya PKK muhtırası benzeri bir metnin eşlik etmesine ve hükümet üyelerinin o bildiriyle aynı fotoğraf karesine girmesine “onayı” yoktu.

        Ayrıca şunlar da çabuk unutuldu: Dolmabahçe toplantısından 45 dakika sonra HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş çıkıp “Hükümet yürüttüğü politikayla, zerre kadar umut vermiyor, barışa yaklaşmıyor” diyerek toplantıya çamur attı. 28 Şubat 2015 günü Kandil’den Mustafa Karasu, ANF’ye “PKK’nın silah bırakma kararı alacağı biçimindeki yaklaşımlar demagojidir” dedi. Kandil aynı gün anayasal değişiklikler de gerektiren 10 maddelik bir liste hazırlayıp silahsızlanma kongresinin ön şartı olarak koydu ve “...aksi takdirde silah bırakmaya yanaşmayacağız” açıklamasını yaptı.

        Bütün bunlar eşliğinde bakıldığında görülür ki Erdoğan’ın haberi vardı, yoktu ya da haberi vardı, onayı yoktu tartışmasının önemi yok. Zira “çözüm sürecinin rafa kalkması ya da çökmesi sürecindeki ilk taş Dolmabahçe toplantısının kötü sonuçlanmasındandır” denilecekse bile, bu taşı atan Erdoğan değildi. Dolmabahçe toplantısını ilk itibarsızlaştıran HDP Eşbaşkanı ve Kandil’dir.

        *

        Arınç’ın tepki çeken tek görüşü bu değildi. Doğrusu bazı arkadaşlarımızı yakıştırmalar yaparak anmasından ben de rahatsız oldum.

        Ancak çok geçmeden bu rahatsızlığım başka bir taaccüb ve hicapla yer değiştirdi. Zira sosyal medyadan gördüğüm şu oldu: Bülent Arınç’ı linç ettiler. Sadece Arınç’ı değil, Hüseyin Çelik’i ve Sadullah Ergin’i de tahtaya yatırmış kör bıçakla doğruyorlardı. Arınç ve arkadaşları başkaldırmakla, ihanet etmekle, paralelle iş tutmakla suçlanıyordu.

        Şöyle düşünmek de mümkün oysa:

        Memlekette zaten doğru dürüst muhalefet yok.

        Muhalefet yerine nefret söylemini siyaset zanneden tuhaf bir grup var.

        % 49.5 sonrası, yapıcı, yüzleştirici, özeleştiriye zorlayan, bu yolla düzelten ve onaran bir ses çıkacaksa, bu seslerin AK Parti’de siyaset yapmış isimlerden gelmesinde anormal olan bir şey yok.

        Biliyorum, en ufak bir çatlak ses “Ya Erdoğan zarar görürse” korkusu uyandırıyor kalplerde. Anlıyorum, hatta bunu yaşıyorum. Kolay değil çok operasyon oldu, nice badireler atlatıldı. Yığınlar halinde travma sonrası stres bozukluğu yaşıyoruz.

        Ama el insaf: % 52 ile tek turda Cumhurbaşkanı olmuş, 1 Kasım’daki % 49.5’in aslan payına sahip bir liderin, Bülent Arınç fikirlerini söyledi diye; Etyen Mahçupyan “Başkanlık öyle tartışılmaz” dedi, Gülay Göktürk de “Etyen haklı” dedi diye zarar göreceğini düşünmek abesle iştigaldir.

        Ama tersi mümkün. Muhalefet partilerinin kutuplaştırma çabaları ortada iken; yönetici elit sistem içi kamplaşmanın şehvetine kapılır, gönüllü müttefikler birbirini tırmalamaya başlar, taban kendi içinde sürtüşen tabakalara bölünür ve bu hareketin kurucu kadroları her hoşa gitmeyen açıklamalarında tükürük yağmuruna tutulurlarsa bu durum giderek topluma da sirayet eder, partiküllere ayrılırız.

        Milletler, millet olma yetilerini böyle böyle kaybederler.

        Hafazanallah diyelim.

        Diğer Yazılar