Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye Özgecan Aslan ismini acı ve dehşet içinde ezberledi. Ekranlarda görüntüsü belirdiğinde gözleri doldu. Ailenin acısına ortak oldu. Özgecan’ın babası Mehmet Aslan’ın yaşadığı acıyı bağrına basıp insanlığa beslediği umudu sürdürme gayreti hepimizin içine işledi.

        Özgecan uğradığı hunharca saldırının ve ölümünün ardından kadına yönelik cinsel şiddetin ve kadın ölümlerinin sembolü oldu, hatta ismi bir yasaya verildi.

        Özgecan’a tecavüz etmeye çalışan, başaramayınca öldüren, “Yüzümü tırmalamıştı, DNA tespiti yapılır diye kestim” dediği ellerini vücudundan ayırdıktan sonra genç kızın cansız bedenini ateşe veren Ahmet Suphi Altındöken, suç delillerini ortadan kaldırmasına yardımcı olmaya çalışan babası Necmettin Altındöken ve arkadaşı Fatih Gökçe cezaevine girdiler.

        Olay olduğu günlerde bu köşeden, sınırlı sayıda suç tarifine matuf kalmak şartıyla, bu gibi olaylarda en makul cezalandırmanın idam cezası olduğunu yazdım ve ilerleyen teknoloji ve laboratuvar teknikleri dolayısıyla failin tam olarak tespit edilebildiği durumlarda idam cezasının en iyi infaz yolu olduğu düşüncemi belirttim.

        Bazıları Özgecan’ın katillerini bırakıp “Sen misin idam diyen” prosedürüne başvurdu, epey hakarete uğradığımı da hatırlıyorum.

        Sonra ne oldu? Oğul Altındöken ve hukuk mantığıyla pek anlaşılamayacak tarzda oğlundan bile ağır bir cezaya çarptırılan baba Necmettin Altındöken, geçtiğimiz gün cezaevinde saldırıya uğradı. Adana E Tipi Kapalı Cezaevi’nde gerçekleşen saldırı “tabanca” ile yapıldı.

        Baba-oğul Altındöken’leri “tuvalette bulduğunu iddia ettiği” bir tabancayla vuran hükümlü Gültekin Alan’ın olaya müdahale etmek isteyen infaz koruma memurunu 2.5 saat esir aldığı ve yaralıların hastaneye sevkini engellediği ileri sürülüyor.

        Sonuç itibarıyla Özgecan’ın katili kan kaybından öldü, babası yaralı.

        Sosyal medyadan Gültekin Alan’a övgü yağıyor: “Adam gibi adamsın” diyeni de var “Ne saldırganı, o bir kahraman” diyeni de.

        Şaşırmadık. Hatta diyebiliriz ki, “beklenen bir infazdı”.

        Çünkü herkes bilir ki devletin “uygulayamadığı” ceza “içerde” uygulanır.

        Özgecan’ın katilinin ve yardımcılarının işlediği türdeki suçlarda “ilahi adalet”in başka hükümlüler eliyle gerçekleştirileceğine duyulan güven, hukuk sistemimizin ve toplumumuzun işbirliği ettiği ikiyüzlü bir “omerta”ya dayanır.

        Devlet idam cezası uygularsa kendisini “gerici” hissedecek “ileri” kafalıların vicdan güvencesi, suçlunun “nasılsa” öldürüleceğini bilmektir. Devleti idam cezası vermeye ehil görmeyenler kim bilir hangi suçtan dolayı cezaevinde olan suç makinelerini zımnen yetkilendirir ve bu çarpıklık hiçbir şekilde sorgulanmaz.

        Bu hadisede olan da farklı değil.

        Sözde “ihkak-ı hak”ka karşıyız. Cezaların düzenlenmesi ve infazı konusunda devlete yetki veriyoruz. Ama tam olarak değil.

        Sözde idam cezasına karşıyız. Ama tam olarak değil.

        Sözde suçun şahsiliğine inanıyoruz ve bireyin işlediği suç yüzünden aile fertlerinin dolaylı yoldan infazına karşıyız. Ama tam olarak değil.

        CANAVARIN ANNESİ

        Zira bakın, Ahmet Suphi Altındöken’e “gerçek” bir ceza veremeyen sistem, “suçun kanuniliği ve cezanın şahsiliği” prensibini de çiğneme pahasına canavarın annesini cezalandırmakta da beis görmüyor, bir türlü tatmin olmayan vicdanını annenin gözyaşlarında yıkamayı tercih ediyor.

        Maktul-katilin cenazesi otopsinin ardından defnedilmek için Adana’dan Tarsus’a götürülüyor. Tarsus’ta defin için izin alamayan anne Naciye Tan, cenazeyi tekrar Adana’ya getiriyor. Ama Adana’da da oğlunu defnedecek yer bulamıyor. Belediyeler “Canavarı toprak bile kabul etmiyor” diyesi mistik hezeyanlar yarışında; ne defin için yer gösteriyor ne de araç tahsis ediyor. Son olarak Naciye Tan’ın çaresizlik içindeki feryadı kalıyor kulaklarımızda: “Niye gömdürmüyorsunuz? Oğlumu çöpe mi atayım?”

        İç seslerin şöyle dediğine eminim: “Çünkü o canavarın annesi. Doğurmasaydı. Madem doğurdu terbiyesini iyi verseydi, ilk hatasında eşek sudan gelene kadar dövseydi mesela, o çocuk büyüyüp böyle bir adam olmazdı!”

        Sözde “modern pedagoji”ye inanırız. Demek ki orada da durum “tam olarak öyle değil”.

        ***

        Gerçekte biz kimiz? Nasıl bir toplumuz?

        Sanırım, tam olarak belli değil.

        Diğer Yazılar