Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kamuoyu yeni Başbakan’ın kim olacağı üzerine kafa yoruyor.

        Kulislerde en çok zikredilen iki isim var: Bekir Bozdağ ve Binali Yıldırım. Ancak kimin nasıl bir Başbakan profili sergileyeceğini anlamak, kaçınılmaz biçimde yeniden “Erdoğan-Davutoğlu ilişkisinde problemli olan neydi?” sorusuna dönmeyi gerektiriyor. Külliye’nin hemen her kararını -daha verilmeden- savunmaya başlayanlarca ekranlardan, köşelerden dile getirilen cevap şu: “Davutoğlu’nun sorunu Başbakanlık yapmaya çalışmasıydı.”

        Buradan yola çıkarak bir profil belirlemeye çalışmak, politikanın alanından çıkıp mizahın alanına yelken açmaya gidiyor. Ayrıca yeni genel başkan/Başbakan adayı için sarf edilecek bütün küçültücü ithamların yerini hazırlıyor. Gerçi bu ithamların yeri şeffaflık paketi ve siyasi etik yasası gibi gayet doğal ve olması gereken denetim ve tedbirleri, hatta Davutoğlu’nun medya görünürlüğünü büyük günahlar arasında sayan o çarpık “andıç” ile çoktan hazırlandı.

        MKYK tarafından yetkileri törpülenen Başbakan’ın istifaya direnme ihtimalinden kendi kendisine “kamuoyunu hazırlama görevi” vehmetmiş bir grup heveskârın girişimi daha ilk gün Külliye’den, Mustafa Varank’ın Twitter hesabından kınandı ama ne çare, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhindeki karalama kampanyalarının sağlamasını yapan hem de gelecek yeni Başbakan’ı töhmet altında bırakan bir algının tohumları maalesef ekilmiş oldu.

        Simit almak için arabasını durduran Cumhurbaşkanı, oradan geçmekte olan bir vatandaşın “Reis, beni Başbakan yapar mısın? Benden daha sadığını bulamazsın” cümlelerine maruz kalıyorsa, bunun bir nedeni sürecin kirletilmesidir. İkinci nedeni Davutoğlu’nun “Tercihim değildi, ama zaruret hasıl oldu” diyerek açıkladığı gidişine ikna edici bir mazeret üretilememiş olmasıdır.

        Bir haftadır yazarlardan garsonlara, tesisatçısından şoförüne AK Partililerin sitemlerini dinliyorum. Hemen hepsinin görüşünün ortak paydası ve işaret ettiği sonuç şu: İnsanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüş ve kararlarının geçiş üstünlüğü olduğunu sorgulamıyor. Fakat Başbakan Davutoğlu’nu istifaya götüren sebeplerin ne kadar adil, ne kadar hakkaniyetli, ne kadar gerekli olduğunu pekâlâ sorguluyor. Bu noktada “Zaten fiili yarı başkanlık var, Başbakan’ın/Başbakan olacak kişinin ‘çift başlılık’ durumuna sebep verecek tasarruflarda bulunmaması gerekir” tezinin çok da başarılı sonuçlar vermediğini kaydetmeliyiz. Zira mevcut duruma “fiili” denmesinin bir anlamı var. Bu “henüz” Anayasa’ya uygunluk kazanmamış olma halini ifade ediyor. Fiili bir durumun, henüz Anayasa’ya uygunluk kazanmamış melez bir sistemin agresif biçimde savunulması, gık diyenin gıkını boğazında bırakan; milis haline gelmiş bir blok tarafından gerek medyada gerek sosyal medyada dikte edilir hale gelmesi memnuniyetsizlik yaratmakta.

        Yeni Başbakan ister Binali Yıldırım, isterse Bekir Bozdağ olsun; asıl mesele yarı başkanlık ya da tam başkanlık meselesinin bir an önce yasal bir hüviyete kavuşması. Bu meselenin yapılacak bir Meclis oylamasıyla halkın karşısına çıkarılması, referandumdan çıkacak sonuca da teklifin sahiplerinin de, karşıtlarının da rıza göstermesi gerekiyor. Muhalif partiler Türkiye’nin söz konusu sistem krizinden samimi olarak olumsuz etkilendiğini düşünüyorsa, bu sürecin önünü açmalı. İktidar bloku da “Nasıl bir başkanlık?” sorusunun cevabı tahtında anlamlı bir adım atmak istiyorsa, sistem arayışlarını “kusursuz düzen” maceracılarının “müphem” olan her durumu, duruşu ya da aktörü kabul edilemez ilan ederek ya “ötekileştirip kurtulma”ya“berikileştirip kendi dükalıklarına boyun eğdirme” eğilimine terk etmenin zararlarını idrak etmeli.

        Zira bir süredir sadece “Ete para vermeyin, birbirinizi yiyin” cephesini memnun eden görüngüler arz-ı endam ediyor. Geçtik toplumsal kutuplaşmayı, AK Parti tabanını birbirine karşı kışkırtan, kutuplaştıran tutumlar sahne alıyor. Koalisyonların zararlarını ve tek parti iktidarının nimetlerini anlatmak yetmiyor. AK Parti’nin gönüllü bütünlüğü ve birliği ülke geleceğinin de teminatıdır diyorsak, tek ve bütün olabilmenin imkânlarını korumak için yapıcı bir çaba içinde olunması gerekir. Bunun yolu da en başta bazı milletvekillerinin dikkatli bir dil kullanmasından geçer; söz konusu süreci değerlendirmeye çalışan taraflardan birini açıkça destekleyip diğerini “kripto”, “17-25 artıkları” gibi ifadelerle şeytanlaştırmaktan men edilmesinden geçer.

        Diğer Yazılar