Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yerini kim alacak, kim almayacak?” soruları sorulurken, AK Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’den bir açıklama geldi. “Biz başkanlık sistemini tüm kurumlarıyla Anayasa’ya monte etmek istiyoruz. Ancak bunun zaman alacağı ve diğer partiler tarafından hemen benimsenmeyeceğini görüyoruz. Bu nedenle kısmen geçiş formülü olarak partili cumhurbaşkanlığı sisteminin hayata geçirilmesini arzuluyoruz.”

        Sandıktan çıkan partinin genel başkanının istifayı zaruret gördüğü bir durumda kongreden çıkan genel başkanın 2019’a kadar başbakan kalacağı bir seçenek, 14 yıllık geçmişi boyunca sandığı ve seçimleri en temel meşruiyet dayanağı olarak görmüş AK Parti açısından hazin bir kırılma olurdu. Sürmekte olan “fiili” yani aslında “Anayasa’ya dayanmayan” yarı başkanlık hali de daha fazla tartışma konusu olacaktı. Bu nedenle söz konusu kriz ortaya çıktığı günden beri içinde bulunduğumuz sisteme ya da modele yasal hüviyet kazandırmanın çok daha önemli hale geldiğinden bahsedip durdum. Nurettin Canikli’nin açıkladığı formülün iyi yanı, devletin başında da aynı hassasiyetin ve öngörünün mevcut bulunduğunu göstermesi.

        Cumhurbaşkanı’nı halkın seçtiği bir model ile Erdoğan karizmasının birleşiminden oluşan fiili durum için anayasal dayanak temin etme arayışı, “Ben yaptım oldu”cu eğilimlerin de panzehiridir. Canikli’nin açıkladığı formülün açıklanması, hukuk devletinin sınırları ve imkânları içinden bir yol bulma temennisine işaret eder.

        Ancak kötü haber şu ki, partili cumhurbaşkanlığı, başkanlık sistemini idealize ederken temel aldığımız pek çok şeyin zıttı.

        Parlamenter sistemi yetersiz bırakan şey, Meclis çoğunluğunu elde eden siyasi partinin yürütmeyi de belirlemesi ve aynı Meclis çoğunluğunun kendi milletvekilleri arasından oluşturduğu yürütme organına çok geniş tasarruf alanları açmasıydı. Yani yasamayürütme kuvvetlerinin ayrılığından bahsedilemez oluşuydu. Temel taşı “yasama ve yürütmenin birbirinden bağımsızlığını garantilemek” olan başkanlık sistemine ihtiyacı doğuran, parlamenter sistemin söz konusu acziydi. Başkanlık sistemi bu acizliğe son vermek üzere idealize edilmiş bir sistemdir.

        Partili cumhurbaşkanlığı ise Meclis’te çoğunluğu bulunan AK Parti’nin, hem hükümete hem Başbakan’a, hem de Cumhurbaşkanı’na sahip olduğu bir sistem olacak. Bu durum daha önce de yaşanmıştı. Son günlerde daha sık Atatürk-Celal Bayar denmeye başlandı nitekim. Ancak bu örnek, umarım bir ideali, makul bir durumu işaret etmek için verilmiyordur. Zira cumhuriyetin ilk yılları demek, tek parti dönemi demek ve aynı zamanda yeni Türkiye kavramsallaştırmasıyla malul edilmiş “eski Türkiye”nin işletim sistemi demek. Fransa ve İtalya örnekleri de çok gerçekçi değil. Fransa’da cumhurbaşkanı ile başbakan farklı partilerden olabiliyor, olduğunda büyük sorunlar çıkmıyor. İtalya gibi diğer bir örnekte ise sistem sürekli problem üretiyor.

        Coğrafyamızın geçtiği evre güçlü bir lideri gerektiriyor, partili cumhurbaşkanlığı bu evre idrak edilene kadar fonksiyonel olabilir. Fakat tam ve demokratik başkanlığa geçiş için ne derece elverişlidir? Bunu öncelikle muhalefetin sorgulaması ve eğer akılları varsa başkanlık sistemi kampanyasını bizzat kendilerinin yapması lazım. Ama nerede o basiret?

        İYİ Kİ VARSIN...

        4 Mayıs Çarşamba gecesi konuk olduğum Balçiçek İlter’in programında konu haliyle Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun durumu idi. O saatlerde henüz ilan edilen yeni olağanüstü kongre ve tarihi, gelişmelerin ne yönde seyredeceğini göstermişti. Bu sonucun AK Parti tabanında kırgınlık, burukluk yaratma ihtimali vardı, tabanı bölme olasılığı vardı ve Balçiçek İlter haklı olarak sordu: “Cumhurbaşkanı bunu nasıl göze alabiliyor, neye güveniyor?” Ben de dedim ki: “Muhalefete güveniyor. Şimdi CHP gayet korkunç ithamlarda bulunacak ya da meseleyi vicdanların kaldıramayacağı şekilde tarife yeltenecek ve AK Parti tabanı yeniden safları sıklaştırma gereği duyacak.”

        Aynen dediğim gibi oldu. Davutoğlu’nun istifasının üzerinden 10 gün bile geçmeden Kılıçdaroğlu “kan dökmekten” bahsetti. Bir iç savaş manzarası çizdi. Bu durumda herhalde Erdoğan’ı seven ve “Aman ayrılık gayrılık olmasın” isteyen hemen herkese şunu demek düşer: İyi ki varsın Kılıçdaroğlu.

        Diğer Yazılar