Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ankara’nın semaları çelik kanatlarla dolmuş, İstanbul bombalanmış. Boğaz Köprüsü’ne ateş edilmiş, TBMM ve Anıtkabir yerle bir edilmiştir. Türk askeri kahramanca direnmiş ama hava savunmamızın delinmesi için 1 gün yetmiştir. Türk ordusu da 2-3 günde tarumar olur. İşgal başlamıştır. Suriye ve ABD ilginç bir ittifak kurmuştur. Abdullah Gül Amerikalı bir diplomatın burnunu kırmış, Tayyip Erdoğan canla başla işgale direnirken yaptığı inanılmaz duygulu, antiemperyalist konuşmayla kitleleri bir araya getirmiştir. İşgali protesto etmek için meydanlara doluşanlar arasında kimler yoktur ki? Solcular, İslamcılar, ülkücüler, barışçı halk hareketleri, anarşistler, üç büyük takımın fanatik taraftarları...

        Sahne 15 Temmuz’dan değil, hayır. Bu şaşırtıcı deja vu duygusunun kaynağı 2004’te yayınlanan “Metal Fırtına” kitabı...

        Roman, FETÖ merkezli cuntanın kalkışmasını anlatmıyor elbette, ABD’nin Türkiye’yi işgalini anlatıyor. Romanda Erdoğan, Gül, Rumsfeld gibi karakterler gerçek, bir kısmı ise kurgu.

        Hatırladınız değil mi?

        Edebi değeri yoktu Metal Fırtına’nın. Hikâyede büyük boşluklar vardı ama yerli kurmaca alanında bir ilkti. İlk kez bir romanda dünyanın dört bir yanını ateşe vermiş olan ABD’nin Türkiye’ye saldırması ihtimali popüler bir ürüne konu oluyordu.

        Kitap satış rekorları kırdı. Dönemin parasıyla az bir rakam olmayan 6 milyon TL’lik etiketine rağmen yüz binlerce kişiye ulaştı. Milletvekilleri okudu. Bakanlar okudu. Hatta bazıları “Tüylerimiz diken diken oldu okurken. Sahi olabilir mi böyle bir şey diye kendi aramızda da konuştuk” gibi şeyler söyledi.

        Çünkü olağanüstü abartısına, kusurlu nedensellik bağına rağmen herkesin içten içe sezdiği bir şeyleri cisimleştiriyordu.

        Dönem, ABD’nin Irak’ı işgal projesinin yürüdüğü dönemdi.

        Bush “Ya bizimlesiniz ya teröristlerle” diyerek alan tahkimatı yaparken biz Irak’ın işgal edilmesi için topraklarımızın kullanılmasını sağlayacak tezkereyi oylamış ve “Hayır” demiştik. ABD ordusuna karadan Irak’a erişim vermeyen Türkiye hem onurlu bir duruş sergilediğini hem de diken üstünde olması gerektiğini biliyordu.

        Kitabın bu kadar çok ilgi görmesinin başlıca nedeni Türk halkının şu soruda somutlaşan haklı şüphesiydi: “ABD Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya ve Pasifik ülkelerine varana kadar her ülkeye müdahil olabiliyor; ülkelerin madenleri ve doğal enerji kaynakları yahut coğrafi konumları ABD’yi müdahil olmak için tetikleyebiliyor, darbeler düzenleyip liderleri değiştiriyor. Ülkelerin bölünmesini sağlayacak dinamikleri harekete geçirebiliyor, iç savaş çıkarabiliyor. Bunu zayıf bulduğu her ülkeye yapabiliyor. Türkiye neden farklı olsun?”

        Kitabı eleştiren bir forum üyesi şöyle yazmış o günlerde: “ABD Türkiye’ye böyle bir şey yapmaz, çünkü Türkiye zaten ABD’nin cebinde. Uluslararası sisteme entegreyiz, serbest piyasa ekonomisini benimsemiş durumdayız ve ‘yeni dünya düzeni’ ile çatışıyor değiliz. Bunlar olmasa mümkün, ama şu konjonktürde ABD’nin Türkiye’ye savaş açacağı fikri çok saçma.”

        2004’te “Türkiye neden farklı olsun?” sorusuna cevaben kabaca yukarıdaki eleştirinin bir benzeri dile getirilebilirdi. Ama şimdi?

        Türkiye’nin “cepte” olmadığı, “çantada keklik” olmadığı, dur denilen yerde durmadığı, saldır denilen yerde saldırmadığı ve söyleneni yapmayan yönetimin kolayca tasfiye edilemediği 2016’da “ABD Türkiye’ye böyle şeyler yapmaz” demek ne kadar mümkün?

        1 Mart tezkeresi çıkmadığı ve Irak’a karadan girilemediği için silah arkadaşlarını kaybeden; bu nedenle Türkiye’yi suçlayan dönemin düşük düzeyli subaylarının zaman içinde Pentagon’un üst rütbeli adamları haline geldiğini de hesaba katalım.

        Obama’nın Esad’ı devirmek için Türkiye, Almanya, Fransa dahil herkesi gaza getirdiğini sonra geri adım attığını ve bütün bu ülkeler açığa düşerken sadece kendisini ferahlatacak politikalar izlediğini hatırlayalım.

        Obama döneminde “ılımlı İslam” projesinden vazgeçildiğini, yerine Şii hilali oluşturma projesinin geldiğini; İran, Irak Suriye, Lübnan ve Yemen’de artık Şii borusu öttüğünü bunun da coğrafyanın bağrına mezhepçilik hançeri sapladığını görelim. Obama yönetiminin kurduğu düzeni garanti altına almak için Suriye’nin kuzeyinde uyumlu bir PYD devleti oluşturmaya çalıştığını ise zaten biliyoruz. Ve artık 2013 Aralık’ından beri yaşadığımız her şeyin, sonu cunta kalkışmasına varan FETÖ sabotajlarıyla ilgili olduğunu da biliyoruz.

        Sahi Türkiye neden farklı olsun?

        Cevabı biliyoruz.

        Diğer Yazılar