Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Binali Yıldırım’ın “FETÖ, AK Parti döneminde palazlanmadı” sözleri son günlerin en çok tartışılan sosyal medya gündemlerinden biri oldu. “15 Temmuz zaferini gölgelemeye çalışanlar, sinsi taktikler içinde” diyen Başbakan Binali Yıldırım, FETÖ’nün partisi AK Parti’nin döneminde doğmadığını söyleyerek, “FETÖ AK Parti döneminde palazlanmamıştır. Bu terör örgütünü AK Parti döneminde kurulmuş, güçlenmiş gayreti içinde göstermeye çalışanlar var. Bunlar kendi yanlışlarını örme gayreti içindeler” demişti.

        7 Ağustos Yenikapı ruhunun eprimeye başladığı andan beri, muhalif çevreler ”Ne istedilerse verdiniz” diyerek ülkeyi 15 Temmuz’a götüren süreçteki aslan payının AK Parti’de olduğunu söyleyerek “asıl bedel ödemesi gerekenin AK Parti içindeki siyasetçiler” olduğunu iddia ediyorlar.

        Ama bu kez tartışmanın fitilini ateşleyen, Orgeneral Hilmi Özkök’ün “2004 yılında uyardık” sözleri.

        Zaten maşallah herkes, hiç durmadan uyarmış.

        Sayın Hilmi Özkök, 2004’ü referans vermek yerine neden Ergenekon soruşturması sırasında “Kasaptaki ete soğan doğramam” diyerek yorum yapmaktan kaçındığını anlatsa daha iyi olmaz mı? O soruşturmalar, davalar sırasında siyasetçilere ama gizli ama açık şekilde bu soruşturmaların ve davaların önemli bir kısmının “kumpas” içerebileceğini ifade etmiş miydi? Biz yorum yapmamayı tercih ettiğini, özellikle Balyoz davası esnasında epey sessiz kaldığını hatırlıyoruz çünkü.

        Mesele Sayın Hilmi Özkök de değil. Mesele, hemen herkesin eline değmiş bir alev topunu, şimdi kimsenin tutmak istememesi. FETÖ ile ilgili sorumluluğun inanç bağı üzerinden sadece AK Parti’ye yıkılmak istenmesi.

        FETÖ’nün devlet içindeki kadrolaşmasının tüm yükünü dönemin hükümetine yüklemek ve 17-25 Aralık sonrası yaptıkları ittifakı unutturmak istiyorlar.

        Karşılığında da haklı olarak kendilerine “Biz en kötü ihtimalle henüz ne olduğunu tam anlamadığımız bir örgütün argümanlarına kandık. Ama siz 17-25 Aralık sürecinde ‘aslında’ ne yaptığı ortaya çıkmış bir örgütten nemalanmaya çalıştınız” deniliyor.

        Buna karşılık CHP diyor ki: “O kadar Ergenekon, Balyoz ve bir dizi kumpas oldu, bunlar da mı FETÖ’nün niyeti konusunda aydınlanmanızı sağlamadı? Bilakis bu kumpas davalarını kotaranlarla işbirliği yaptınız, onların tehlikeli olduğunu söylememize rağmen inanmadınız.”

        Cevap tabii ki açık: “Haksız yere tutuklananlarla dayanışma içinde olduğunuz için, bizden çok daha önce anlamıştınız gerçeği. Yine de 17-25 Aralık sürecinden sonra ittifak yaptınız.”

        CHP’lilerin cevabı gecikmiyor: “İttifak yapmadık, ortada bir yolsuzluk skandalı vardı, paralel yapı var diye yolsuzlukları görmezden mi gelseydik?”

        Hayır, ama yolsuzluk iddialarıyla hedeflenmek istenen geniş spektrumlu-uzun vadeli mühendislik faaliyetine mesafe koyabilirdiniz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yasadışı yollarla elde edilmiş dinleme kayıtlarını grup toplantısında dinletmesini bile geçelim. İttifakın somut delili, FETÖ’nün Dışişleri’nde yapılan bir toplantının kayıtlarını 28 Mart 2014’te sızdırmasından tam bir hafta önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bazı arkadaşlar haber verdi, hükümet Suriye’ye girme hazırlığı içinde” açıklaması yapmasıdır. Bu durum o günlerde, “Dinleme kayıtları medyadan önce Kılıçdaroğlu’na mı servis edildi?” tartışmasına neden olmuştu.

        Başbakan Yıldırım’ın tartışılan konuşmasındaki çelişki “FETÖ, AK Parti döneminde palazlanmadı” cümlesinde değil. İçinde haklılık payı da bulunan şu ifadelerde: “Bizim için kırmızı çizgi, terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralık’tır. Durup dururken cemaatlerin üzerine gidip, ‘Siz bir şeyler yapıyorsunuz, biz anlamıyoruz ama sizin defterinizi düreriz’. Bunu mu söyleyelim? İnsanları öldürmedikçe, eline silah almadıkça terör örgütü muamelesi göremez.”

        Teoride haklı ve adaletli bir bakış açısı. Ancak pratikte pek öyle olmadı. Bırakın eline silah almayı, araba kredisi almak için Bank Asya’da hesap açtıran, ödemeleri bittikten sonra da hesabını kapatmayı ihmal eden ya da unutan insanlar bile terör örgütü mensubu muamelesi gördü . Şimdilik hükümetin mağduriyetleri gidereceğine inanıyoruz, çünkü çabalar da görüyoruz.

        Konumuza dönelim. Bu tartışmalardaki asıl soru şu:

        “15 Temmuz’u başımıza bela eden AK Parti ve dönemin başbakanı Erdoğan’dır” demeye getirenler, 15 Temmuz’un ilk hedefinin AK Parti ve şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu neden unutmuş gibi yapıyorlar?

        Diğer Yazılar