Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Burhan Kuzu “Parlamento öldü” diyenlere cevap vermiş: “Asıl bugün ölü parlamento. 316 AK Partili ‘evet’ diyor, muhalefet ‘hayır’ diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Normalde mümkün mü 316 kişinin hepsinin evet demeyi istemesi? Hayır, ‘parti disiplini’ yüzünden böyle. Parlamenter rejim bu. Bundan kaçmak istiyorum. Ben istiyorum ki buraya gelen kanuna, muhalefetin bir bölümü, iktidarın bir bölümü ‘evet’ desin, kalan bölümü ‘hayır’ desin, kim çoksa o çıksın. Bugün ABD böyle çalışıyor.”

        Nitekim devamında da, artık hükümeti halk kurduğu için yüksek baraja ihtiyaç olmadığını, barajın düşürülebileceğini söylüyor.

        Ama düşürülecek demiyor, “Düşürülebilir” diyor.

        Yani Burhan Hoca aslında hâlâ temennisini söylüyor, olanı değil.

        Zira herhalde kendisi de farkında ki, gelen model eskiden savunduğu modelden bir hayli farklı.

        Burhan Kuzu’nun bu hatırlatmaları neden gerekli gördüğünün gayet anlaşılır sebepleri var. Zira ilk cumhurbaşkanının kim olacağı mülahazalarından bağımsız olarak baktığınızda mevcut tablo ortada. Bir kişinin hem parti genel başkanı, hem başbakan, hem cumhurbaşkanı olarak görev yapabileceği, hem aşırı yetkiyle hem aşırı sorumlulukla donanacağı bir sistem tasarımı var. Modelin meşruiyet kaynağı ise “ortaya iki sandığın konacağı, halkın yasama için ayrı, yürütme için ayrı oy kullanacağı” olgusu. Ne gariptir ki “Türkiye’ye özgü bir model geliştirdik” deniyor, ama “Bu model Türkiye’ye özgü çatışma ve gerginlikleri çözer mi yoksa daha da mı derinleştirir?” sorusu umursanmıyor.

        Zira aynı gün, hem milletvekilini seçerek yasama organını teşekkül ettiren hem de partili bir cumhurbaşkanı seçerek devletin başını seçen halkın, iki tercih için de aynı partiyi işaret etmesi halinde seçilen cumhurbaşkanı hem hükümetin hem de parlamentoda çoğunluğu bulunan partinin sahibi oluyor. Bu muhalefet partilerinin sesinin ya da sözünün hiçbir şekilde duyulmaması demek.

        Söz konusu durumu katılımcı demokrasi, çoğulculuk ya da toplumsal barış gibi kavramlar açısından yumuşatmak için iki yol var. Birincisi, yürütmenin kazandığı aşırı doz güce karşılık Meclis’in daha melez, alacalı bir terkip üzere oluşumuna şans tanımak. Yasama organını teşekkül ettiren genel seçimler ile cumhurbaşkanı seçimleri arasına zaman koymak, yani iki seçimi aynı gün yapmamak. Çünkü, -bunu daha önce de yazdım- benzer sistemlerdeki tecrübeler gösteriyor ki, iki seçim farklı tarihlerde yapıldığında seçmen davranışı değişebilmekte. Cumhurbaşkanını bir partiden seçen halk, milletvekilini başka bir partiden seçebilmekte, dolayısıyla Meclis’teki güç daha dengeli bir biçimde dağılabilmekte. Siyasi dinamiklere ve sosyolojik meşruiyete de halel gelmemekte.

        İkincisi ise milletvekili üzerindeki parti disiplini baskısını ortadan kaldırmak. Bir milletvekilini aynı zamanda cumhurbaşkanı ve başbakan da olan genel başkanına karşı bağımsız hareket edebilme niteliği kazandırır mı bilinmez, ama şu net: Yasama organının hiç değilse ara sıra denetleme ve fren fonksiyonu icra edebilmesi, milletvekilinin parti odaklı değil, konu odaklı davranabilmesiyle mümkün. Bunun için parti disiplini dışında hareket edebilmesi, genel başkanına değil, kendisini seçen tabana sorumlu hissetmesi gerekiyor vekilin. Yani dar bölge, daraltılmış bölge metotlarına geçilmesi ya da barajın düşürülmesi hatta kaldırılması lazım. Seçim Yasası’nın ve Siyasi Partiler Kanunu’nun değişmesi...

        Ancak şu ana kadar duyduğumuz sadece, “Evet bu yasalar da değişecek, değişmesi öngörülüyor” şeklinde bir iki cılız haber ya da siyasetçilerin temenni içeren sözlerinden fazlası değil.

        Oysa ülke için hayati bir konu söz konusu iken temennilerin ötesinde, kesinliklere ihtiyaç var. Daha önce de yazdık, söyledik: Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Kanunu’nun nasıl ve ne şekilde değişeceği görüşülmekte ve oylanmakta olan Anayasa değişikliğiyle beraber değerlendirilmeliydi. Çünkü yapılan sadece Anayasa değişikliği değil, sistem değişikliğiydi, dolayısıyla önerilen sistemin bütün hatlarıyla tebarüz etmesi gerekiyordu. Neden düşünülemedi, bilemiyoruz.

        Diğer Yazılar