Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eskiden ne zaman Taksim’e cami konusu açılsa, “Yaptırmayız” diyen öfkeli bir topluluk zuhur eder, büyük medya gruplarına mensup gazeteleri de yanlarına alarak bunu dile getirenlere hayatı dar ederlerdi. Rahmetli Erbakan’ın sırf bu yüzden başına gelenleri bilmeyen yoktur.

        Bu kez öyle olmadı. Maksem’in arkasındaki boş alana yapılacak cami için, o alanda konuşlanmış bulunan Çevik Kuvvet’e ait araçlar çıkarıldı. Caminin temeli Hafız Halil Necipoğlu’nun Kuran-ı Kerim tilaveti eşliğinde atıldı. Temel atma için ilk kazma vurulur ve harç dökme işlemi yapılırken dualar okundu. Bundan sonra İstiklal Caddesi’nin Taksim girişi iki ibadethaneyle başlayacak. Bir tarafta şu an önündeki büfeler nedeniyle tam olarak görülemeyen Aya Triada Rum Kilisesi olacak, diğer tarafta yeni yapılan Taksim Camii. Beyoğlu’nun çok dinli, çok kültürlü dokusunu korumak üzere bekleyecek iki barış naibi. İnşallah öyledir.

        İlginç olan, yıllarca Taksim’e cami fikrine karşı çıkanlardan çıt bile çıkmaması.

        Sonra Körfez ülkelerine yapılan ziyaretlerin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Mescid-i Nebevi’deki fotoğrafları... Daha önceki ziyaretlerde de “Genelkurmay Başkanı yoksa umre mi yaptı?” gibi telaşlı sorular sorulmuş, laiklik korkuları şu yatıştırıcı açıklamayla dindirilmişti: “Hayır, Sayın Hulusi Akar Riyad’dan ayrılmamıştır.” Ama bu kez açıklama olmadığı gibi, Mescid-i Nebevi’den servis edilen fotoğrafta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Hulusi Akar’ın namaz esnasında, yan yana saf tutmuş olduğu görüldü. Fotoğraf “Çok şükür bugünleri gösterenlere” diyenlerin sosyal medyadaki hesaplarında binlerce kez dolaştı.

        Daha önce bırakın Genelkurmay Başkanı’nın umresini, namaz kılmasını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la uyumlu çalışmasını bile diline dolamış olanlardan yine çıt yok. Bazı trol kafalı yazar dışında kavga çıkaran, öfke krizine kapılan yok.

        TSK’daki başörtüsü yasağının kalkması meselesinin de bir sembolik anlamı var ve o anlamın kimileri için ne kadar incitici olduğu ortada.

        Her şey başörtülü asker annelerini oğullarıyla görüştürmedikleri gün başlamıştı. Bugün o anneler değilse de, kızları değil ziyaret, ikamet bile edebilecekler TSK’da. Sembolik anlam, bu.

        Tek tük laf eden, tek tük itiraz eden oldu. Onun dışında, diyoruz ya “çıt” yok.

        TATMİN EDİCİ CEVAPLAR

        Normal bir ülkede, iktidarı ve muhalefetiyle; insanların ders alabildiği bir ülkede, dini özgürlüklere öfkeyle, densizlikle, hatta bazen darbe şakşakçılığıyla karşılık vermeye alışmış olanların şimdiki sessizliği şöyle okunur: “Çoğunluğun değerlerini aşağılayarak/bastırarak yapılan her siyaset/müdahale yanlıştı. Başörtülü kadınları rencide etmek yanlıştı. Muhalefeti ve Erdoğan muarızlığını bir süre irtica korkusu üzerine, başörtüsü korkusu üzerine inşa ettik, bu da yanlıştı. Bunlar toplumla bağımızı kopardı, yanlış yaptık ve şimdi bizim yanlışlarımızın tadını çıkaranlara, o alanda ‘artık sahiden canımızı yakan işlere’ bile karşı çıkma lüksümüz yok. Toplumu, çoğunluğu karşımıza aldık, kaybettik, şimdi doğrularımızı ve nerede yanlış yaptığımızı düşünmeli, özeleştiri yapmalı ve toplumu yeniden kazanmalıyız.”

        Ancak böyle düşünenler varsa bile, hadise bu değil.

        Muhalifler ve muarızların çoğu bir “aydınlanma” yaşadıkları için değil, iktidarı, iktidardan ibaret olarak görmeyen toplumun milisleştirildiğini düşündükleri için, bu konuların özgürce tartışılamayacağını düşündükleri için, bütün bu serbestlikleri “tuzağa çekme” siyaseti olarak gördükleri için sessizler. Ayrıca geçen zaman zarfında şunu gördüler: Kendileri maraza çıkarmazsa mütedeyyin muhafazakârlar hamle yapmıyor. Yani muhafazakâr, dindar, milliyetçi kampa savaşacak bir şey vermezsen enerjisini de düşürmüş oluyorsun.

        Yani mesele, referandumdaki “Hayır” seçeneğini kuvvetlendirmeye yönelik bir “stratejik olgunluk”, “planlı bir sessizlik”.

        Oysa gelişmelerin gerçekten hazmedilmesi, konuşmak, tartışmak, halledilen sorunların neden olabileceği yeni sorunlar konusunda soruları olanlara tatmin edici cevaplar verebilmeye bağlı. İfade hürriyetinin kalmadığı kanısında olanların konuşmasını engelleyen koşulların esnetilmesine bağlı. Aksi takdirde bu sessizlikler, sirenlerin sesine gebedir, yanılgıya neden olur.

        Diğer Yazılar