Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye, aklınıza gelebilecek her melanete özgürlük eli uzatan ama sıra Türk bakanlara gelince kapıları kapatan Hollanda’nın “AK Partililere özel” yasakçılığını tartışıyor. Türkiye’nin 2008 tarihli bir yasayla yurtdışında propaganda yapmayı bizzat kendisinin yasakladığı bir vakıa. Ancak bu Türkiye’yi bağlayan bir durum, kaldı ki bugüne kadar gerçekleşen seçimlerde yurtdışında toplantı da yapıldı, propaganda da. Sorun çıkmadı. Ayrıca referandumda ‘Hayır’ oyu verilmesini isteyen muhalefet partileri ve muhalif STK’lar için hâlâ sorun çıkarılmıyor. Bu görmezden gelinemeyecek ölçekte bir çifte standart ve Avrupa’nın bir tercihe yöneldiğini gösteriyor.

        BATI’YLA NE YAPILACAK?

        Hollanda hükümetinin imza attığı skandal tutumun ilk bakışta görünen nedeni şu: İslam ve yabancı düşmanlığını kullanarak % 17’lik oy oranına varmış olan aşırı sağcı ve ırkçı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’in daha da güçlenmesini istemeyen Hollanda hükümeti, yasakçılıktan yana tavır alıyor ki, genelde yabancı, özelde Müslüman ve Türk düşmanlarının oyları Wilders’e gitmesin. Ancak bu açıklama, Hollanda hükümetinin tavrının faşizme meşruiyet kazandırdığı gerçeğini hükümden düşürmüyor.

        Sadece Hollanda mı?

        Krizi asıl çıkaran Almanya.

        Almanya, Bekir Bozdağ ve Nihat Zeybekci’ye toplantı yasağı koyarak fitili ateşledi, sonra ustaca bir hamleyle hem kendisini tartışmaya açacak krizi Hollanda’ya ihraç etti hem de bir işaret fişeğiyle hangi ülkelerde hangi eğilimleri harekete geçirebileceğini göstermiş oldu. Avusturya, Hollanda, Danimarka, hatta belki Fransa. Öyle ki, biz Hollanda’da yaşayan Türklerin protestolarını izlerken Fransa’nın yüksek tirajlı ve sağ görüşlü gazetesi Le Figaro, internet sitesinde “Almanya ve Hollanda’ya Nazi benzetmesi yapan Türkiye cezalandırılmalı mı?” şeklinde bir anket başlattı. 12 Mart itibarıyla 12 bin kişinin oy kullandığı araştırma sorusunda “Evet” cevabı % 88’le önde gidiyordu.

        Hollanda’ya en yüksek düzeyden cevap verilmeli. Ancak asıl mesele genelde Batı’yla ne yapılacağı. Kısa vadede mesela, ekonomi, teknolojik donanım, büyük yatırımlar-projeler konusunda epey girift bir ilişki içinde olduğumuz Almanya’yla geleceğimizin nasıl olacağı. Zira Almanya’dan ardı ardına olumsuz açıklamalar gelmeye devam ediyor.

        Daha dün, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble, Alman ZDF televizyonunda, “Bu şartlar altında Türkiye ile ekonomik yardım üzerinde çalışmaya devam etmek son derece zor” dedi. İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Türk bakanların Almanya’da siyasi etkinlik düzenlemesine “şiddetle” karşı olduğunu açıkladı. Daha da mühimi, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Günter Krings’in “çifte vatandaşlık” modelini tartışmaya açması oldu.

        Tartışma olarak kalsa iyi, ancak gelişmeler gösteriyor ki hayata geçme ihtimallerini dikkate alarak hazırlık yapmalı, strateji belirlemeliyiz.

        İlk yapmamız gereken de şu “ikiyüzlü” suçlamasından vazgeçmek olmalı. Zira anlamamız gereken şey, günümüz dünyasında diplomasinin ve devletler arası iyi ilişkilerin ikiyüzlülük ve sahte nezaket sayesinde ayakta durduğudur. O sahte nezaketi by-pass etmeye giriştiğiniz, diplomatik tebessüm tabakasını kaldırmaya niyetlendiğiniz her noktada karşınıza başka Geert Wilders’ler çıkacak, her “gerçek yüzünü göster” meydan okuması kendisini “demokrat, liberal” zanneden Avrupalıyı ırkçı genlerine biraz daha yaklaştıracaktır.

        BERBAT TERCİHLER

        AB bizzat bu rahatsızlığın tedavisi için kurulmuştu. Amacı çevre ülkelere yardımcı olmak değil, ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemde iyice perçinlenmiş ırk ve ulus temelli kimlik bölünmelerinin Hitler döneminde olduğu gibi faşizan boyutlara gelmesini önlemekti. Beyaz üstünlükçülüğün savunucusu Trump’ın ABD Başkanı olması, Avrupa ülkelerindeki “kültürel üstünlük” yanlılarının ayranını kabarttı.

        Esad Suriye’sinin ihraç ettiği problemler, göç ve IŞİD sayesinde artan İslamofobik zemin, ayranı kabaranlara elverişli bir alan sunuyor. Geert Wilders gibilerinin aştığı her eşik, Avrupa’yı aşırı sağı dengeleme mazeretiyle sağcılaştıracak. Bu da ardı ardına berbat tercihler yapmak demek.

        Soru şu: Avrupa’nın yapmaya niyetli göründüğü berbat tercihlere karşı bir hazırlığımız var mı?

        Diğer Yazılar