Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) 7 aydır hazırlanıyordu. Nitekim beklenen oldu ve Türkiye’yi 13 yıl sonra yeniden siyasi denetime almaya karar verdi. Parlameter ve raportörlerin kaleme aldığı Türkiye raporu 45 oya karşılık 113 oyla kabul edildi.

        Türkiye, siyasi denetimden çıkarılıp tekrar denetime tabi tutulan ilk ülke oldu.

        AKPM, 2008’de de benzer bir “denetim” kararının eşiğinden dönmüştü. O zaman hazırlanan rapor, Anayasa Mahkemesi’nde görüşülen AK Parti’nin kapatılması meselesiydi ve eğer AYM AK Parti’nin kapatılmasına karar verseydi 2004’te denetimden çıkan Türkiye için şu an alınan karar, kuvvetle muhtemel 2008’de alınacaktı. Tabii o zaman bunun adı haç-hilal kavgası olmayacak, “Elin gâvuru bile bizim Kemalist müstebitlerden daha insaflı arkadaş” denilecekti.

        O zamandan bu zamana dünya çok değişti. Türkiye değişti. Avrupa değişti. Türkiye’nin yerli çoğunluğu, en basit hakları için ölümüne mücadele vermek ve mümkün olan her kapıyı çalmak zorunda kaldıkları günleri geride bıraktı.

        VARLIK-YOKLUK SAVAŞI

        Arap Baharı’yla başlayan süreçte Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri kanlı iç savaş deneyimlerinden geçerken, Latin Amerika ve Uzakdoğu Asya ülkeleri dahil her yerde ulusal otoriteleri sorgulayan sokak hareketleri çıkıyor; ihraç darbeler söz konusu oluyor. Sosyal adalet ve daha çok özgürlük talepleri toplumların diğer yarısının daha milliyetçi, daha güçlü ve otoriter taleplerine ebelik yapıyor.

        Avrupa’da bizzat devletlerin kışkırttığı “İslami terör” korkusu, yönetilmesi zor bir İslamofobinin/yabancı düşmanlığının oluşmasına neden oluyor. Bu arada Batılı ülkelerin çifte standartlarına ve hayati konuları kulak arkası edip üst perdeden ahkâm kesmelerine tepki gösteren Türkiye de Türkofobinin nesnesi oluyor.

        AKPM’nin kararı, Türkiye’deki olağanüstü hal, basın ve ifade özgürlüğü, yargının bağımsızlığı konusunda verdiği sözleri yerine getirmemesi gibi iddialara dayanmakta. Türkiye’de bir demokrasi kaybı yaşandığı doğru. Demokratik yapıları ve hukukun üstünlüğünü küçümseyen, bıyık altından gülümseyerek karşılayan bir ülke olduğumuz yalan değil. Çünkü bütün travmalarla tek başına mücadele etmek zorunda kalan, varlık-yokluk savaşının içine sürüklendiği yerde ayakta kalmaya çalışan insanlara ve ülkelere böyle olur.

        Türkiye’nin mültecilere bakmak, terörle mücadele etmek, devlet içine sızmış bir casusluk çetesiyle mücadele etmek, üzerine bir de darbe girişimi atlatmak gibi dertleriyle dertlenmediler, destek vermediler, üzerine bir de üst perdeden Türklere akıl ve rol vermeye yeltendiler, Erdoğan’a hakaret eden TV programcılarına ödül verdiler, öfke kusan akademisyenler televizyonlarda “Erdoğan öldürülmeli” dedi. PKK terör örgütleri listesinde olmasına rağmen açık açık miting yaptı ve Cumhurbaşkanı’nın kafasına doğrultulmuş silahlar pankartlara nakşedildi.

        Bunlar olurken AB ülkeleri ne yaptı? Uçak düşerken vişne soda istediler.

        “Yeter be” deyince de moralleri bozuldu. Ellerindeki bütün enstrümanları devreye soktular. Kötü haber şu ki, devam da edecekler. Biz de haksız kararları kınayacağız.

        DÜNYANIN SONU DEĞİL

        Haklı da olsak, o kadar güçlü olmadığımız için olumsuz kararlardan etkileneceğiz. Ancak bizi olumsuz olarak etkileyecek sonuçlar, onları da müsterih kılmayacak. Türkiye’de istikrar kaybı yaşanırsa bunun sonucu Avrupa’da da hissedilecek. Bunu bilmeyecek durumda değiller.

        Türkiye de, her ne kadar gerilimli bir ilişki içinde olsa da Batı’yla, AB üyesi ülkelerle asgari düzeyde bile olsa ilişki-iletişim halinde kalmak durumunda olduğunu biliyor.

        Giderek daralan makas, Türkiye’yi bir seçim yapmaya zorlar mı?

        İki seçenek var: Ya şu OHAL şartları vesilesiyle yaptıklarımız ve yapmadıklarımızı gözden geçireceğiz, yeni sistemi olabilecek en demokratik evsafla hayata geçireceğiz ya da “Bu zaten bizim maçımız değil, neden bu ringdeyiz hatırlamıyoruz bile!” diyerek, son zamanlarda usul ve içerik şartlarına pek de aldırmadığımız maçı terk edeceğiz.

        Her iki seçimin de bedelleri olacağı kesin. Ama her iki seçim de dünyanın sonu değil. İş ki, AB’li ya da AB’siz, iktidarı ve muhalefetiyle bu ülke vatandaşlarına hak ettikleri standartları ve hukuksal güvenceyi sağlamaya ahdetmiş bir siyasi-toplumsal akıl için elbirliği yapalım. Çünkü en başından beri, mevzu Türkleri Avrupalı yapmak değil, Türkiye’yi bağımsız, kalkınmış bir ileri demokrasi haline getirmek.

        Diğer Yazılar