Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün saat 15.30 sularında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremi hissettiniz mi? Sarsıntıyı hisseder hissetmez en büyük beyaz eşyanın yanına gidip cenin pozisyonu aldınız mı? Bence yaptınız. Ege Denizi’nde gerçekleşen en çok İzmir’de hissedilen, İstanbul’u, Bursa’yı, Çanakkale’yi, Tekirdağ’ı hafifçe sallayan deprem gücünün ötesinde korku yaşanmasına neden oldu. Çünkü Türkiye 17 Ağustos 1999’dan beri omuriliğinde Richter ölçeği implantı ile yaşıyor. Ne zaman sallansak, zihnimiz o gün ve devamında yaşanan trajediyi özetleyen 45 saniyelik fragmanı “download” ediyor. Bizim Hiroşima’mız 17 Ağustos’tur. Bizim “Auschwitz”imiz, toplu mezarların ve ölüm tarlalarının oluştuğu Gölcük’te.

        ***

        Bundan 18 yıl önce, saat 03.02’de oldu. 45 saniye sürdü. 2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması Raporu’na göre hayatını kaybedenlerin sayısı 18.373 kişiydi. Ancak 17 Ağustos ve onu takip eden ilk birkaç günde atom bombası atılmış bir ülke nasıl olursa öyleydi Gölcük, Kocaeli, Sakarya, Yalova. İletişim ve koordinasyon sıfırdı ve bazı insanlar kaybettikleri yakınlarını resmi işlem yapamadan toplu mezarlara defnetmek zorunda kaldılar. Bazılarının kimlik tespiti bile yapılamadı. İzmit merkeze çalışmak için gelen gurbetçilerin, kimsesizlerin defin kâğıdı bile olmadan, cenaze namazları kılınamadan Kandıra yakınlarına defnedildiği biliniyor. Bu nedenlerle can kaybının resmi makamların açıkladığı rakamların çok çok üzerinde olduğu kabul ediliyor.

        Ne alevler içinde kalan rafinerinin, ne olduğu gibi sular altında kalan limanın, ne de domino taşları gibi yıkılmış evlerin apokaliptik görüntüsü, “Sesimi duyan var mı?” sorusu kadar can yakıcıydı. Yeraltı mezarlığına dönmüş şehirlerin altına sarkıtılan temkinli çağrı, o günleri yaşayanların hatırında, hiç unutulmadı.

        Hatırlayın: Durum o kadar kötü ki, Ankara’daki Başbakan Ecevit İstanbul’daki Demirel’e telefonla ulaşamıyor. Elektrikler kesik, haberleşme ağı çökmüş. Depremde ilk 24 saat arama kurtarma yardım açısından hayati, ama haberleşme olamayınca, koordinasyon da olamıyor. Yakınlarının durumunu öğrenmek üzere helikopterle Adapazarı’na hareket eden dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan gördüğü korkunç tabloyu Ankara’ya ancak amatör bir telsizcinin yardımıyla aktarabiliyor. Kızılay’ın verdiği çadırlar ya küflü ya yırtık çıkıyor. Yıkılan evlerin molozlarında az demir, bol kum var; acıyan kalpleri daha da yakıyor. Yalova’da denizden aşırı kumla yaptığı konutların çoğu yıkılan “Veli Göçer”, facianın sembol ismi. (195 kişinin ölümünden sorumlu tutularak 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılan Göçer, sadece 7.5 yıl hapis yatarak 2011’de tahliye oldu.)

        Ne GSM operatörleri bugünkü teknolojiye sahipti, ne bugün dünyanın dört bir yanına yardım ulaştıran Kızılay bugünkü Kızılay’dı, ne müteahhitler deprem yönetmeliği diye bir şeyden haberdardı, ne de devlet devlete benziyordu. Allah var, “yardıma koşanımız” çoktu. Sadece Türkiye seferber olmuş değildi, maden işçilerimizin, doktorların, kan vermek için sıraya giren vatandaşlarımızın dışında, 51 ülkeden 1700 kadar gönüllü Türkiye’ye gelmiş, arama kurtarma çalışmalarına katılmıştı.

        O günlerden bugünlere, köprünün altından çok su aktı.

        Türkiye artık 1999 Türkiye’si değil. Afet kontrolü, arama kurtarma yardım faaliyetleri konusunda devletin yetkili kurumları da, sivil toplum kuruluşları da çok daha tecrübeli ve birikimli. O tarihten sonra binalar deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılıyor ve mevcut binalar dayanıklılık derecelerine göre sınıflandırılıyor, dönüşüme tâbi tutuluyor. İnşaat sektörü obezite sınırlarına varan bir büyümenin konusu olmuşsa, bunca gökdelen dikilmişse, ağaç kesme pahasına akıllı siteler, konut projeleri imal etme yarışına girilmiş, imar kanunlarındaki sınırlamalar aşılmışsa bunda 17 Ağustos hafızasının önemli bir payı var. Çünkü “Depreme dayanıklı konutlar inşa edeceğiz” sözü verildi. Allah bu sözün sınanmak durumunda kalacağı başka afetler vermesin. Zira depremle yaşama fikriyle baş etmek yetmiyor, deprem travması üzerinde yükselen endüstri de hayat kalitemizi bir o kadar olumsuz etkiliyor.

        Diğer Yazılar