Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ALMANYA-Türkiye ilişkileri malum. İki ülkenin basını da kendi liderlerini yek diğerine sert yapmaya davet eden yazılarla dolup taşıyor. Ama aynı zamanda Erdoğan ile Merkel sürekli görüşüyor. G-20 Liderler Zirvesi esnasında yine görüştüler.

        30 Haziran’da yayınlanan bir analizinde. “Erdoğan, Almanya’yı elinde tuttuğunu düşünüyordu. Ancak o fark etmeden Almanya elinden kaydı gitti...” ifadesini kullanan ve “Türkiye uzmanı” diye takdim edilen Michael Thumann, 7 Temmuz 2017’de Die Zeit-Internet’te yayınlanan makalesinde bu soruyu ortaya atmış: “Merkel, nasıl oluyor da hâlâ Erdoğan ile görüşebiliyor?”

        Sebep, Alman basınında sıkça iddia edildiği gibi mülteci antlaşmasından dolayı Merkel’in Erdoğan’a bağımlı hale gelmesi mi?

        Yazara göre değil. Mülteci anlaşmasının Almanya’yı Türkiye’ye bağımlı hale getirmesi gibi bir durum yok, Erdoğan mültecileri zaman zaman baskı unsuru olarak kullanıyor, ama söylediği şekilde mültecileri otobüslerle sınıra göndermiyor; çünkü anlaşmanın çalıştığını ve her iki tarafa da fayda sağladığını biliyor. “2016 yılının Haziran ayında yürürlüğe giren anlaşmadan beri bir yıl içerisinde 6254 mülteci alındı. Bu zaman içerisinde Yunanistan, Türkiye’ye 1798 mülteci gönderdi. Yani AB, Türkiye’ye yolladığının üç katı daha fazlası mülteci alıyor.”

        Türkiye’nin de anlaşmanın hayatta kalmasına ihtiyacı varsa, yani Almanya bağımlı filan değilse, o zaman Merkel neden Erdoğan’la ilişkileri iyi tutmak istiyor? Thumann, Alman basınının akıl sır erdiremediği sorunun cevabını vermek için şu nedenleri saymış. Özetle:

        1) 9 Alman vatandaşı gözaltında. Görüşme yolları tıkanırsa tutukluların serbest kalması zorlaşacak.

        2) Almanya’da yaşayan Türk kökenli gruplar arasında düşmanlıklar var. Kürtler, Türklere karşı, Milli Görüş taraftarları Gülencilere karşı, dindar olanları laiklere karşı, Erdoğan taraftarları Erdoğan düşmanlarına karşı. Erdoğan isterse, bu uçurumları derinleştirebilir.

        3) Almanlar ve Türkler, Suriye için sürekli irtibat halinde kalmak ve istihbarat paylaşımında bulunmak zorundalar.

        4) Erdoğan dışarıda sert ama kuliste sakin. Üstelik danışmanları da el altından Türkiye’nin Avrupa ve Almanya ile ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirmek istediğini söylüyor.

        5) Türkiye, Katar krizi nedeniyle bazı Arap devletleriyle anlaşmazlık içinde, İran ile Suriye ve Irak’ta çıkar çatışması yaşıyor, Trump ile sorunlar var. Rusya dostluk açıklamalarına rağmen yaptırımları kaldırmıyor. Merkel ise soğukkanlı bir şekilde konuşmaya sürekli hazır durumda olan ve Klaus Kinski mottosuyla hareket eden biri. O motto da şu: “Bana kimin hakaret edebileceğine ben karar veririm.”

        Yukarıdaki görüşler Erdoğan’ın Almanya’da etkin olmasından hiç hazzetmeyen ama bütün izolasyona rağmen elindeki kozları idrak edebilen bir analistin görüşleri. Yazı, esas itibarıyla Merkel’i savunmak adına onu Türkiye’ye şecaat arz etmeye zorlayan gazetecilere/yorumculara dönüp “O kadar basit değil” demek için kaleme alınmış. Türkiye-Almanya ilişkilerinin “gerilimli ama devam eden” niteliğinin Almanya’dan nasıl göründüğüne bakmak açısından önemli geldi.

        ZOMBİLİ GÜZELLİKLER

        G-20 protestoları arasında açık ara en etkileyici gösteri, yürüyüşçülerin zombi gibi makyaj yapıp giyindikleri ve yürüdükleri gösteriydi.

        Vurdulu kırdılı, afişli sloganlı protestolardan çok daha etkili; tereciye tere satmayıp mesajını “kapitalistlere de” iletmeyi amaçlayan, popüler kültürün de sahiplendiği zombi sembolizmine dair sanatsal bir etkinlikti adeta. Danny Boyle’un “28 Days Later” filmiyle sınıf atlayan, Walking Dead gibi hayli başarılı dizilerle yeniden gözde olan “zombi kıyameti” teması protestonun etki gücünü artırıyordu, ama asıl selam zombi filmlerinin beyazperdedeki “ilk”lerinden George A. Romero’ya veriliyordu kuşkusuz.

        Çünkü zombi figürünü kapitalizmin robotlaştırdığı, hissizleştirdiği ve varsıl kesimler tarafından tehdit olarak kabul edilen işçi sınıfını temsil etmek için kullanan Romero’ydu. Zombi kıyametlerini zarf olarak kullandığı sinematografik mektuplarının mesajı gayet açıktı: Küresel kodamanlara savurduğu mesajı gayet netti: Onları sömürdünüz, onları kullandınız, onları hiçbir hisleri kalmayana dek istismar ettiniz. Ve bundan sonra asla güvende hissetmeyeceksiniz. Gelecekler. Gelmeye devam edecekler.

        Doğrusu antikapitalizmi anlatmak için bundan daha etkili bir mesaj düşünemiyorum.

        KEMAL ALEMDAROĞLU HANGİ MAZLUMLARIN SESİ?

        BAZI adamlar vardır, hangi blokun yanında yer alsa o tarafı 3-0 mağlup eder. Kimin yanında yürürse o tarafı kirli ve yanlış gösterir.

        Kemal Alemdaroğlu da öyle biri.

        Gezi Parkı eylemlerine destek vermek için parka gittiği gün o ana kadar eylemlere sıcak bakan kişilerin bile, “Ne oluyor yav?” demesine neden olmuştu. Kent ve çevre politikalarında daha fazla söz sahibi olmak için Gezi Parkı eylemlerine katılmış pek çok insan, “postmodern darbenin kurmayları arasında yer alan” Kemal Alemdaroğlu gibi şahıslar yüzünden eylemden soğumuştu.

        Şimdi “Adalet” yürüyüşünde boy gösterdi.

        Adalet istemek için mağduriyet yaşaması lazım insanın. Acaba Kemal Alemdaroğlu’nun ne gibi bir sahici mağduriyeti var?

        “Başörtülüler üniversitelerimize giriyor, hatta polis hâkim filan oluyor, kendimi çok kirletilmiş hissediyorum ve hissedenler için yürüyorum” mu diyor?

        Kemal Alemdaroğlu gibilerinin koltuk değneği olduğu bir adalet talebinin topallamaya mahkûm olduğunu görmemek nasıl bir kafadır anlamak zor.

        Zira esasında Kemal Alemdaroğlu ve onun gibileri, şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğradığını düşündüğü haksızlıkların banisidir. Ebesidir.

        Tamam, yargı mekanizmasından sorunlar olduğu vâki, yürüyüş demokratik bir hak ve “Bırakınız yürüsünler” görüşümde ısrarlıyım. Kışkırtma ve fiziksel saldırı olmazsa “İkinci Gezi çıkacak” korkularının boşa çıkacağına da inanmaktayım. Ama dalgamı geçme hakkım var o yüzden sormam lazım: Madem Kemal Alemdaroğlu ile yürüyecektiniz, biricik yardımcısı Nur Serter’i neden tasfiye ettiniz? Alemdaroğlu sizinle aynı kareye girerken Nur neden giremiyor? Böyle bir şey olabilir mi?

        Alemdaroğlu’nu o konvoya davet eden, Kılıçdaroğlu ile aynı kareye sokan zekâ, sahiden çok keyifli bir zekâ. Dostu böyle olan bir partinin başkaca düşmana ihtiyacı yok.

        Diğer Yazılar