Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TSK içindeki karanlık bir gruba atfedilen Fethullah Gülen'i ve Ak Parti'yi bitirme planı vahim bir tabloya işaret ediyordu. Belgenin içeriğini vahim bulanlar bile Gülen ve cemaat hakkında ileri sürülen ithamların doğruluğunda birleşiyor. Yani, "Gülen emniyeti ele geçirmiş olabilir, orduya sızmış olabilir, ama'yine de' belgenin içeriği vahimdir" deniliyor.

        Ergenekon sürecinde yaşanan gerilimin bu izlenime katkı yaptığı bir sır değil. Bu süreçte cemaat mensubiyeti olanlar da eleştirilecek şeyler yapmış olabilir, ama Poyrazköy'den çıkarılan silahları, asit kuyularında bulunan kemikleri Fethullah Gülen tezgahlamış gibi davrananlar var ki, yaptıkları, gerçeğin önüne kalın bir perde çekmekten başka bir şey değil.

        Elde edilen son belge, "AKPyi ve Fethullah Gülen'i bitirme planı" belgesi, "bütün bunların arkasında Hoca ve cemaati var" tezinin yeniden dolaşıma girmesine neden olacak gibi görünüyor. Zira bir süredir üniversite döneminde hasbelkader bir cemaat muhibbi ile tanışmış olan kişiler bile TV ekranlarına çıkıp saatlerce cemaat yapılanması ve tehlikeleri konulu vaazlar veriyorlar.

        EMNİYET Mİ ENANİYET Mİ?

        Ergenekon sürecinde yerli yersiz pek çok ismin soruşturma kapsamına alınması, iddianamede ismi geçen ve "darbe yapmaya teşebbüs" ile ilişkilendirilen bazı kişilerin haksız yere itibarsızlaştırıldıkları gibi eleştiriler ciddiyetini koruyor. Hukuk mantığını ve vicdani ilkeleri kendi tarafgirliğiyle yahut başka kuyruk acılarını bahane ederek yok sayan tutumlar olduysa, bunlar önünde sonunda ortaya çıkar, tarih bu türden tutumları affetmez. Bunu bir kenara yazalım. Ancak herkesin kendi kişisel tecrübesine dayanarak cemaat analizi yaptığı şu günlerde, ben de kendi kişisel tecrübemi bilirim. Cemaatin üyesi ya da bireyi olmak için bir vaftiz törenine gerek yok, nasıl cemaat üyesi olunur onu bilmiyorum. Ama Zaman gazetesinde çalışmışlığım var. Son yıllarda yazıişleri toplantısına katılmışlığım...Ergenekon soruşturmasında Gülen parmağı var ise, gerek o toplantılarda gerek koridorlarda "bizim emniyetteki çocuklar da amma iyi iş çıkardı keh keh" türü bir galibiyetin tınısına bir kez olsun rastlamam gerekirdi diye düşünüyorum. Ama hiç böyle bir şey olmadı. Bu bir hukuk mücadelesi değil de, bir iktidar mücadelesi ise eğer, neden bu türden davranışlara rastlamadım? Bu benim için önemli bir veridir.

        Benim anladığım, Gülen'in meselesi emniyeti ele geçirmek değil, insanlara ena-niyetlerini ele geçirebilmelerinin yollarını öğretmek. Velev ki bu fikir bazı emniyet mensuplarına cazip gelmiş olsun, yıllar içinde onun sempatizanı haline gelmiş olsunlar -ki bilmiyoruz böyle bir şey var mı?- sempati duymak ile kesin inançlılık içinde kriminal tezgahlara girişmek arasında önemli bir fark olduğu açık değil midir? Sempati ile kesin inançlılık epey farklı şeylerdir. Bunun adını bildik manada "örgütlenme" olarak koymak çok ileri bir iddiadır.

        ÖRGÜTLENME İDDİASINI BİR DE BURADAN SINAYALIM...

        Öte yandan, Gülen her mahalleye bir cemevi açılsın diyor, Kürtlere yanlış yapıldı zamanında diyor, örf ve adetlerimiz "dayağı" meşrulaştırdı, şiddetin her türünü hayatımızdan çıkarmalıyız diyor. Soralım, kaç Emniyet mensubu "alevi cemevleri" ile ilgili böyle düşünmekte ve özellikle "Kürtler" sözkonusu olduğunda, sopayı kullanmayı yanlış bulmakta, şiddetle ilgili önkabullerini değiştirmekte? Gözaltında, tutukluluk sürecinde işkence vak'aları azalmış mı? Bir de bunlar üzerinden tartsak diyorum, örgütlenme iddialarını. Yanıtlar olumsuzsa, Gülen Emniyet'te örgütlenememiş, istese de başaramamış demektir. Yanıt olumluysa, eh o zaman bundan iyisi Şam'da kayısı, Emniyet demokratikleşiyor ve şiddete mesafe alıyor, açın Hoca'nın önünü, iyice örgütlensin demek lüzum eder.

        Latife bir yana. Mevzuu bu kadar masumdu da Gülen ve hareketi nasıl oldu da "rejimin bir sorunu" gibi telakki edilebilir hale geldi? diyebilirsiniz. Gelir, çünkü rejimin "makbul vatandaş" tasavvurundan daha farklı referansları olan bir "makbul insan" tanımı, bizimki gibi kırmızı çizgileri keskin rejimler tarafından her halukarda tehlike olarak algılanır. Bizimki gibi rejimler, kamusal alanı devletin damgasını taşıyan, çeşitliliklere olabildiğince az yer veren bir alan olarak tasavvur ederler. Üstelik, doğal olarak farklı perspektiflerin farklı sosyal talepleri olacaktır. Bu sosyal talepler bir tehlike gibi algılanıp baskılandığında siyasi talepler devreye girer. Bu doğal sürecin kendisi, rejim için başlı başına tehlikedir, onu irtica tanımıyla değersizleştirmeye çalışır. Diğeri de doğal olarak ortada irtica filan olmadığını kanıtlamaya azmeder. Gülen azmetmiştir, en büyük başarısı da, en büyük suçu da bu azim neticesinde "mürteci olmayan" inançlı insan tipinin yetişmesine katkı yapmış olmasıdır. Devletin dindar kimliği dışlamak için kullandığı gerekçeleri hükümden düşürmesidir.

        Diğer Yazılar