Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEZİ Parkı eylemlerine katılanların saygı beklentisi var, ama "Tayyip kes sesini" sloganlarının "saygı" kavramıyla nasıl bir ilişki içinde olduğu meçhul.

        Gezi Parkı eylemlerine katılanların kentle ilgili konularda söz sahibi olma talebi var. Ancak 31 Mayıs'taki orantısız gazdan sonra polisin meydandan çekilmesi gerçekleştiği halde, Başbakan bizzat oraya AVM yapılmayacağını söylediği, "Demokratik taleplere canımız feda" dediği halde hâlâ "Tayyip istifa!" seslerinin yükseliyor olması manidar.

        Sivil ve barışçı gösteri ile meydanın etrafını çevirmek, ambulansları bile denetler hale gelmek, "Taksim geri alındı" gibi cümleler kurup açık söyleyelim bölgede bir "otonomi" kurduğu izlenimini vermek arasında nasıl bir ilinti olabilir, bu da muamma. Hiçbir devletin, bir grubun kendi kendine otonomi ilan etmesine müsaade etme yetkisi yoktur.

        "Faiz lobisi" diyerek kapitalizmin altındaki tabureye hamle yapan bir Başbakan'ı istifaya davet etmekte sakınca görmeyen "solcu ve antikapitalist" arkadaşlar, kurdukları "otonomi"nin içinde vahşi kapitalizmin erken boyutlarının yeşermesine de tanık oldular. Çarşı Grubu'nun kurucularından biri olan Bülent Ergenç, "Bu kadar alkol tüketmesek?" dediği için bira satan bir seyyar satıcı tarafından bıçaklandı. Bunlar olurken "Gezi Parkı" eylemleri hâlâ şiddetten uzak, derdini mizahla, neşeyle, festivalle ifade eden barışçıl bir yeni demokrasi dili kurmaklıklarından ötürü tebrike şayan bulunuyordu.

        Her halükârda kararların tek elden verilmesine, saygı beklentisine sahip olan eylemciler, gençler ile niyeti bu ülkeye hakaret etmek, operasyona açık ve yönetilemez hale getirmek olan gruplar ve partilerle aynı kefeye konulmamalı. Bu eylemlere salt daha yeşil bir İstanbul için ve yaşam tarzına saygı için katılan insanların anlaşılabilmesine ve onlarla bir akit tazelenmesine ihtiyaç var. Başbakan'ın, kendisini "üvey evlat" gibi hissetmeye başlamış, kendilerine saygı duyulmadığı hissine kapılmış kimselerle olan bağını yeniden ihdas etmesi gerekir.

        Ama kimse kusura bakmasın bu kimseler, Lufthansa ve British Airways'in taleplerini halkın talepleri gibi sunan, hem anti emperyalizm diyen hem de boğazları millileştirmeye çalışan Başbakan'ın ve ona oy verenlerin iradesine ipotek koymaya çalışan, solcu görünümlü sömürgeleştirilmiş bilinçler olamaz, olmamalı.

        Ayrıca "Başbakan, uzlaşsın, insanlara saygı göstersin, ortamı provoke etmesin" diyen muhalefet partisi kurmayları da mümkünse sözlüğü açıp saygı kelimesinin anlamını öğrenmeli.

        CHP provokatör arıyorsa Giresun'da yaptığı konuşmada "Potomya kalıntısı Başbakan, biz sizin gibileri İzmir'de denize dökmüştük" diyen Kamer Genç'e baksın. CHP provokatör arıyorsa "Sen Müslüman bayrağı altına, biz Kızılbaş bayrağı altına" diyen, bir polisin köprüden atılarak öldürülmesini "Abdullah'ın intikamı alındı" şeklinde yorumlayabilen mezhepçi ve ayrılıkçı Hüseyin Aygün'lerine baksın. CHP provokatör arıyorsa, polise "Ak itler!" diyen Süheyl Batum'a baksın. CHP'nin olaylarda yer aldığının kanıtı olarak, Emine Ülker Tarhan'ın "Biz kazandık, AKP kaybetti" cümlesinin içerdiği itirafa baksın.

        *

        Hiç kuşkusuz bundan böyle halk, kentiyle ilgili düzenlemelerde daha çok söz sahibi olacak. Hiç kuşkusuz Başbakan ve kurmaylar, bir kesimi ötekileştiren ifadeler konusunda daha dikkatli davranacak. Ancak mesaj vermek yetmiyor; maksat yerel küresel işbirliğinin sopasını gözümüze gözümüze soktuğu şu konjonktürde bir "Türk baharı" devşirmek, milletin iradesini rehin almak değilse eğer, eylemcilerin sorumluluk alması gerekiyor. Hükümete aldığı mesajın gereğini yapma şansının da verilmesi gerekiyor.

        Ancak ülkeyi yönetilemez bir noktaya çekme çabasının, yer yer şiddetle bezeli orantısız tedhiş hareketlerinin öne çıkması, maksadın saygı beklemek, mesaj vermek değil, zor yoluyla hükümet devirmek olduğu algısının doğmasına neden oluyor. Mesele burada çetrefilleşiyor. Çünkü o zaman hükümete temsil ettiği onca kitle adına kendisini savunma hakkı verilmiş oluyor.

        Ancak şunun da unutulmaması gerekiyor. AK Parti bugünlere haklarını kullanarak değil, kullanmayarak geldi. Zaferini, yenilgilerle büyütmüş bir iktidar olarak geldi. Düşünmeye değer olan kısım, burası.

        Diğer Yazılar