Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DERSHANE tartışması artık hepimizin malumu. En son Başbakan da sessizliğini bozdu ve çarşamba günü beraber olduğumuz bir yayında sorularımızı yanıtladı.

        Manzara şu: Dershane sektörünün % 25'inde ağırlığı olan ve eğitim atılımlarında iddialı hale gelmiş bir sosyal grup ki ona camia veya hizmet hareketi diyoruz- Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı son değişim-dönüşüm çabasından rahatsız. Hükümet de bu rahatsızlığın "Tükürdüğünü yalayacaksın" gibi bir üslupla, "Karar Oslo'da verildi, dershaneler kapanacak, PKK'nın önü açılacak" gibi tahammülfersa iddialarla ifade edilmesinden rahatsız.

        Başbakan "Daha önce defalarca bunu yapacağımızı ifade ettik, en son 2009'da bununla ilgili bir plan hazırlayıp ortaya koyduk" diyor. Söyledikleri şöyle özetlenebilir: Bu yapıları özel okullara dönüştürün, arsa gerekiyorsa temin edelim, devlet kredisiyle destekte bulunalım, öğretmen fazlası oluşursa onları istihdam edelim, öğretmen açığı oluşursa temin edelim, yeter ki eğitimi test tekniklerine mahkûm eden ve çocukları yarış atı haline getiren bu sistemi düzeltmeye başlayalım.

        "Dershaneler kapanmasın" kampanyasını yürüten camia mensupları ise böyle bir dönüşümün rasyonel faydası olmadığını düşünüyor ve hadiseyi "Camiayı yok etme planı" gibi algılıyor. Bu algı devletle daha önce de karşı karşıya gelmiş olmanın travmatik hatıralarından beslendiği için, harekette yer alan kitlenin dışlanma ve marjinal hale getirilme korkusunu tetikliyor.

        Sonuç: 11 yıldır aynı partiye oy veren, aynı secdeye baş koyduğu da kesin olan bir kitlenin birbirini hor gören insanlar haline gelmesi.

        Gerçek şu ki, "Sosyal devlet" hayati kurumlarını belirli toplumsal grupların maddi ve manevi beklentilerine göre dizayn etmek zorunda değildir. Bütün toplum için en verimli formülü bulmaya çalışır. Bu çalışmayı şeytanlaştırmak ne kadar yanlış bir tutum ise çalışmalara yönelik demokratik muhalefet sahiplerini ontolojik olarak reddetmek, onların hassasiyetlerini alaya almak da sorunlu bir tutumdur.

        Düne kadar "milli irade" diyen camia mensuplarının Türkiye'yi pek çok alanda uluslararası lige taşımış meşru bir partinin liderine "totaliterlik, Firavunluk" yakıştırması yaparak elde edeceği şey olsa olsa mümin kardeşleri tarafından "tamamen antipatik" ilan edilmek olacak. Oysa "gönüller yapmak" için yola çıkmışlardı. Şu an ise ağzını açan ve şeksiz şüphesiz kendi yanlarında hizalanmayan herkesi "Vaayy devletçisin ha" diyerek tariz etmekle yetiniyorlar. Anlaşılmaz değil, ama hoş da değil.

        Başbakan'ın siyasi mücadelesine inanan kesimlerin de "içeriden" ya da "yakından" gelen muhalefeti duygusal refleks geliştirerek değil, argüman geliştirerek göğüslemeyi öğrenmesi gerekiyor artık. Bir grubun yaşadığı kaybı dile dolamak ve talepleri "komik twit'lerle" değersizleştirmeye çalışmak, "Bazı müminlerle bir daha selamlaşmasak da olur" demeye getirmektir. Böyle bir düzlemi çağırmaktır, bunu mu istiyoruz, bu kadar nadan mıyız?

        Her iki tarafta da Erdoğan ve Gülen in sözlerinde birbirini tahkir eden bir cümle bulmaya azmetmiş azimliler var.

        Oysa bakın ne diyor 20 Kasım Çarşamba günü yapılan programda Erdoğan:

        "Cemaat mensubu kardeşlerim verdiğimiz mücadele karşılığında yediğimiz tokadı, darbeyi unutuyorlar mı? Neden cemaati karşımıza alalım, mücadeleye girelim? Sorumluluk taşıyoruz."

        "Sorumluluk makamında olanların fitne, nifak çıkarmak isteyenlere fırsat vermemesi lazım. Çünkü biz birbirimize çok lazımız."

        Sadece "firavun" kısmına odaklanılan, oysa sorunlarla başa çıkma yolunda önemli kodlar içeren şu sözler ise Gülen'e ait.

        "....Sizin karşınızdaki insanlar Nemrut değil, Firavun değil, Sezar değil, İskender değil, Napolyon değil, deli teke Hitler değil... Hele başları yerde secde eden insanlarsa, onlara karşı bize düşen şey hep saygılı olmak, hep takdir etmek, hep tebcille yâd etmek ve Cennetü'l-Firdevs'e beraber girme dilek ve temennisinde bulunmaktır."

        *

        Sosyal medyaya baktıkça Cahit Koytak bugünler için mi yazmış dediğim bir şiir var. Hislerine tercüman arayanlara gelsin...

        Yeter ama yeter, ölüler için de, diriler için de!

        Ayıp, çünkü bakın, Tanrı konuşmak için...

        Sizin susmanızı bekliyor.

        Diğer Yazılar