Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ERDOĞAN'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının kesinleşmesinin akabinde yaptığı mutantan Samsun ziyareti, oradan da milli mücadelenin önemli kerteriz noktalarından olan Erzurum'a geçmesi haliyle dikkat çekiciydi. Daha dikkat çekici olan bu güzergâhı en çok eleştirenlerin yıllarca AK Parti'yi devletle kavgalı, Erdoğan'ı cumhuriyet düşmanı gibi gösterenler arasından çıkmasıydı. Yalan değil, Gazi Mustafa Kemal'in yaptığı bazı işlerle, bazı devrimlerle sorunlu hatta travmatik bir geçmişi olan kitlelerin, Başbakan'ın yaptığı Gazi Mustafa Kemal güzellemelerini hazmedememesi beklenir.

        Benim aklıma ilk gelen şu olmuştu: Erdoğan'ın özelliği, Kurtuluş Savaşı ve devrimler noktasında takılmış, ona bir şey ekleyememiş CHP ve benzeri partilerin aksine yeni bir hikâye anlatmasıydı. Anlatmakla kalmadı icra da etti. Selahattin Demirtaş gibi birinin cumhurbaşkanı adayı olması sessiz devrimin özetidir. Bazı hukukçuların "Muhtar bile olamaz" dediği Erdoğan'ın bugün Çankaya'ya yürüyor olması sessiz devrimin özetidir. Gayrimüslim vakıflarına mallarının iadesi yolunda alınan kararlar da, Anayasa Mahkemesi'nin başörtülü avukat bir hanımın görevini yapmasına engel olan mahkeme hakkında verdiği karar da sessiz devrimin özetidir. O halde nedendir bu "copy-paste"?

        Bir arkadaşım gayet makul ve kısa bir cevap verdi: "Halk, bu değişim yaşanırken geçmişle arasındaki zincir de kopmasın ister." Erdoğan da sadece kendi düşüncesinden, kendi kitlesinden mesul değil, milletin tümünden sorumlu, milleti iyi okuyor, ihtiyaçlarını gidermekle yükümlü olduğunu da biliyor."

        Sonra da Erdoğan'ın Gazi'nin Samsun'a çıkma, Erzurum'da toplanma anlarını çağrıştıran izleri, şifreleri kullanmasının resmi ideolojiyle değil, milli mücadele ile özdeşleşmiş semboller olduğunu hatırlattı.

        Doğru. Başbakan Erdoğan, sürekli olarak erken çoğulculuk denemesi olan ilk Meclis'imi-zin kapatılmasına kadar olan, yani milli mücadelenin sürdüğü safhaya atıf yapıyor. 1 Nisan 1923'teki tarihe kadar olan döneme.

        Bu tarihte ise kötü bir şey oldu. TBMM'nin ilk meclisi feshedildi.

        Bu da, Takrir-i Sükûn, İskilipli Atıf Hoca'nın idamı, İstiklal Mahkemelerinin yok ettiği hayatlar, Dersim hadiseleri gibi Türkiye Cumhuri-yeti'nin karanlık noktaları diyebileceğimiz ne varsa çoğunun kökenindeki arızayı oluşturdu.

        1 Nisan 1923'te, Türkiye'nin bütün renklerinden oluşan, içinde hem komünistin hem imamın hem Kürt'ün hem Çerkez'in olduğu, temsil bakımından bu ülkenin gördüğü en mükemmel temsil doygunluğuna sahip ilk Meclis feshedilmiş, Lozan görüşmeleri daha sonra teşekkül eden Meclis eliyle yürütülmüştü.

        "Türkiye Müslümanlığının ve muhafazakârların Atatürk ile problemi yoktur" denilir sık sık. Kastedilen Atatürk'ün milli mücadele dönemi, hatta isminin henüz Mustafa Kemal olduğu dönemidir.

        Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin yakın ve uzak geleceğini rehin almak isteyen uluslararası oyun kurucuların hedef tahtası halindeydi ve meselenin kendisi olmadığını, ülkenin kazandığı mesafeleri tedirgin edici bulan dış-iç rakip ve taşeronların gerçekte Türkiye'ye savaş açmış olduklarını vurguladı hep. Yaşananları istiklal mücadelesi olarak nitelendirdi ve yalan değil, bu ülkenin 2013 Nisan'ından beri yaşadığı, yaşamak zorunda bırakıldığı şeyler bu nitelemeye bir lahzada, "Hayal ürünü" demeyi güçleştiren şeylerdi.

        Millet bir kere başarmış, kendisine kurulan kumpası atlatmıştı. Bir kez daha yapabilir demiş oluyor Erdoğan.

        Geçmişteki bir başarıyı, bugünkü mücadelenin istikametini aydınlatmak için kullanıyor. Milletin, cumhuriyetle, Osmanlı ile ve hatta Selçuklu ile arasındaki devamlılığı görmesini istiyor, kendine inancını yitirmiş bir toplumun ancak tarih içindeki bütünlüğünü idrak ederek şahlanabileceğine, ancak o sayede, yeniden tarih yazacağına inanıyor.

        Bunlar doğru. Ama akla soru işaretleri gelmiyor değil. Zira Erdoğan'ın da içinden geldiği gelenek, ağırlıklı olarak Batılı devletler ve içerdeki yandaşlarının milli mücadelenin başına çorap ördüğüne inanır. Onlara göre ortada başarılı olabilecek iken kumpasa maruz kalmış bir hareket söz konusudur. Milli mücadelenin başarılı olduğunu düşünenler de, devamında gelen tek tipçi, tek adam anlayışını, milli şeflik realitesini örnek göstererek "Bu kez böyle bir riskin bertaraf edildiğine inanmamızı gerektiren nedir?" diye sorarlar. Önümüzdeki dönem için, daha açıklayıcı olmakta fayda gördüğümü söylemekle yetineyim.

        Diğer Yazılar