Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABDULLAH Gül ve eşinin veda resepsiyonu olaylı geçti. Öyle olaylı idi ki, bugüne kadar Abdullah Gül hakkında hep olumlu ifadeler kullanan, birleştirici ve denge unsuru olmaktan yana olan profilini saygıdeğer bulan şahsım dahil birçok kişi “Yok artık!” eşiğine sürüklendi. Nitekim, o resepsiyonda verilen o resim olmasa, böyle bir yazı yazmaya da hiç ama hiç niyetim yoktu.

        Abdullah Gül, muhatabı AK Parti olan serzenişini makul bir biçimde ortaya koydu. Ne kadar Erdoğan karşıtı varsa hepsini taltif etmişti. Gezi’de “Mesajı aldık” diyerek kimi vandallara karşı Erdoğan’ı yalnız bırakmıştı. “Faiz lobisi”, “kökü dışarda paralel yapı” gibi Erdoğan’ın meydan meydan gezerek inşa ettiği argümana bir çırpıda “Üçüncü dünyacı yaklaşım” diyerek yine muarızlara destek vermişti. “Çankaya dinlenmiyor. Dinleniyorsa da utanacak işimiz yok” diyerek dinlemeleri organize eden yapıyı memnun etmişti. Yine de sitemkârdı. Ve fakat bu da normaldi. Kırıldığını düşünen birine “Hayır kırılmadın” denmezdi. İş orada kalsaydı, herkes “mesajı alırdı”. Bu süreçte edepsizlik yapan amacı aşan goygoylara savrulan her kimse, bu ayıptan aldığı pay nispetinde suçlanırdı. Ama öyle olmadı.

        O gece kendisini tutamayan bir hanım vardı.

        “28 Şubat’ta bile bu kadarını görmedik” diyen.

        Çankaya’ya çıkacak bir başörtülü olarak 28 Şubat zihniyetinin devamı niteliğindeki Cumhuriyet mitingleriyle cezalandırılmaya çalışılırken, destek aldığı çevreyi itham eden... Dahası, 2012’den beri istisnasız her ortamda “28 Şubat’ta bile bu kadarını görmedik” diyen paralel yapı sekterlerine şahane bir hediye lütfeden

        Abdullah Gül’ün o üzülmesin diye interneti kestiğinden ama daha da mühimi gazeteleri sakladığından bahsederken, ne ilginçtir ki, internet yasasını onayladığında Twitter’da Abdullah Bey aleyhine başlatılan “unfollow kampanyasını” kastetmiyor. Arkasına Murat Yetkin’i alarak AK Parti’ye ve bilhassa Erdoğan’a yakın medyayı şikâyet ediyor, Abdülkadir Selvi’nin elini sıkmıyor, “Size çok kırgınım” diyerek arkasını dönüyor ve üzerinde kendi isminin de bulunduğu bir davetiye ile oraya çağrılmış olan Selvi’yi refüze ediyor.

        İki bini aşmış ve daha cesedi soğumamış Gazze şehitlerinin artık bir can taşımayan soluk gözlerine bakarak “İntifada başlatacağım” diyor. Tüm yaptığı; köşkü tanrılar katından indirip siyasi bağlamda “Gül bundan böyle nerede durur, Çankaya’ya çıkacak olan Erdoğan ile anlaşır mı, anlaşamaz mı?” üzerinden analiz ve eleştiri yapmak olan medyayı -tabii Erdoğan’a yakın duruşa sahip medyayı- “İsrail” zulmü ile özdeşleştiriyor.

        Garip değil mi? Bütün bunları çok anlayışlı, çok hoşgörülü, çok demokrat sıfatlarıyla mücehhez hale getirilmiş Gül soyisminin adı altında yapıyor.

        Bu efsanevi Gül hoşgörüsünü Erdoğan’a karşı kullanılan bir silah haline getirmiş olan anti-Erdoğanistler de buradaki tolerans yoksunluğunu görmekten ve değerlendirmekten aciz, Hayrünnisa Hanım’a övgüler diziyor.

        Ne yapmış peki bu medya, köşe yazarları?

        Epey baktım. Sosyal medyadaki birkaç hesabın yazdığı olumsuz ve incitici yorum dışında, tahkir edici herhangi bir köşe yazısına ya da habere rastlamadım. Kulis ve lobilerde de, Davutoğlu taraftarlarının dahi Gül’ün itibarının zedelenmemesi gerektiğine, saygısızlığın hoş olmadığına dair yorumlar yaptığına ise bizzat tanığım.

        İçinde azıcık adalet duygusu bulunanları çileden çıkaran “son noktayı” ise Muharrem Sarıkaya’nın aktardığı ifadeler ile koydu Hayrünnisa Gül. Cümle şöyle: “Daha bugün 7 tablo astım; eğer buraya (Köşk) zarar verecek davranışları olursa karşılarında beni bulurlar” (HTGazete / 21.08.2014)

        Allah aşkına, şimdi Erdoğan Ailesi çıkıp “28 Şubat’ı yapanlar bile böyle davranmamıştı” dese haksız mı olurlar?

        Diğer Yazılar