Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IŞİD’in elinde rehin olan Türkiye konsolosluk görevlileri dün sabah saatlerinde sağ salim vatanlarına kavuştu. Bu önemli görevde emeği geçen her kişiye ve kuruma teşekkür etmek bir vicdan borcudur.

        Normal şartlarda bir ülkenin vatandaşları böyle günlerde bütün farklılıklarını bir kenara bırakıp “Allah’a şükürler olsun”da mutabakat eder. Ama vatandaşlarımız rehin alındığında neredeyse zil takacak olanlar, serbest kaldıkları gün de sevinmediler.

        “Bir senaryo gereği rehin alındılar, kongre öncesi serbest bırakılacaklar, böylece Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olması garantilenecek” demişlerdi.

        “Rehineler Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi serbest bırakılacak, böylece bu ‘zafer’ seçimlerde Erdoğan’a oy getirecek” demişlerdi.

        Gerçeklik duygusu veremeyecek kadar alçak olan tezler duvara tosladı, rehineler serbest bırakılmadığı halde Erdoğan ilk turda % 52’ye varan bir oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçildi, Davutoğlu Başbakan oldu.

        101 gün IŞİD’in elinde kalan vatandaşlarımız serbest kaldığında da suratları düştü. “Nihayet sorumlulardan hesap sorulmasının vakti geldi” diyerek, başarıyı hezimet hanesine yazdırmaya yeltenenler mi ararsınız, “Biz operasyon filan yapmadık, IŞİD kendi verdi” diyenleri mi. Çözüm sürecinden tanıdığımız şablonun olaya uyarlandığını, “Hükümet-MİT ne verdi ki rehineleri alabildi?!” dendiğini de gördük. En kötüsü ise analizrojtv adlı Twitter hesabından yayılan şu ifadeydi: “IŞİD’in TC’ye Kobani jesti: “Konsolosluk görevlileri serbest.” Daha bir gün önce IŞİD’den kaçan ve sınırda biriken Suriyeli Kürtlerin Türkiye’ye kabul edilmesi gerçekleşmiş ama insaftan nasibini alamamış olanlar hâlâ Türkiye’nin Kürt kanı üzerinden IŞİD ile jestleştiği yalanına yatırım yapıyor. Pes, demeye bile yürek kalmıyor.

        Rehineleri MİT’in değil CIA’nın kurtardığını iddia edenler de vardı. CIA sahaya o kadar hâkimse öncelikle James Folley ile Steven Sotloff’u kurtarsaydı diyeceğim ama, bu kez de “ABD onları bilerek feda etti” cevabı gelecek. Bahsi diğer. Gördüğümüz, rehinelerin serbest bırakılması sürecinin her safhasında MİT’in aktif olduğu, işini sabırla ve incelikle yürüttüğü.

        Türkiye’nin sorumluluğu azmış gibi, rehine hürriyetinin sevincini yüke dönüştürmeye gayret eden arkadaşlar da gördük. Rehineler artık serbest kaldığına göre, Türkiye IŞİD ile daha etkin bir mücadeleye girişebilir diyorlar.

        Türkiye, Cidde’de yapılan toplantıda IŞİD’e karşı yürütülen savaşa muharip güç olarak katılmayacağını bildirdi ve imza atmadı. Gerekçesi de sahiciliği su götürmeyecek denli netti; evet, ellerinde rehinelerimiz vardı. Lakin buradan “Rehinelerimiz olmasa valla billa savaşırdık” sonucu çıkmaz.

        IŞİD, Türkiye sınırlarında. Üç sınır kapımızın az ilerisinde. Felsefesi tahakküm altına aldığı yerlerin alanını sürekli genişletmek üzerine kurulu. Sabit bir ulus devlet statüsünü elde etmekle ilgilenmiyor. Bu açıdan Türkiye için bir tehdit olduğuna hiç şüphe yok. Ancak ortaya çıkışı ve serpilmesi sürecine baktığımızda ise Esad’ın devrilmesini geciktiren, bilakis güç kazanmasını sağlayan şartların bir ürünü olduğunu görüyoruz. Rusya ve İran sorumlu. “Esad’la iyiydik” diyen İsrail sorumlu. Müttefikimizmiş gibi yapan ama neo-con’ların toptancı politikalarına esir düşerek otu çöpü ayıramaz hale gelen Obama sorumlu. Tek derdi, kendi krallığının bekası olan Suudi Arabistan sorumlu.

        Türkiye ise küresel ve bölgesel rakiplerinin dünya sahnesine çıkmasından endişe ettiği ve her tedbiri aldığı bir ülke. Başındaki 1.5 milyon mülteciyi ağırlama zorunluluğu bulunan bir ülke. Üstelik kararlarının sonuçlarını, mülteci meselesinde olduğu gibi tamamen ve sadece kendisinin üstlenmesi bekleniyor, hiçbir uluslararası platformdan yardım gelmiyor. Bu şartlar, iki gün destek verip üçüncü gün çekilip gidecek olan ABD ve diğerlerinin peşine takılıp bitmeyecek bir Ortadoğu savaşına balıklama atlamanın önünde engel.

        Unutmayalım: Türkiye, Kore hariç hiçbir NATO ülkesinin müdahalesine askeri boyutla katılmış değil. Afganistan’da askerimiz var ama “noncombatant” yani “muharip olmayan güç” olarak. Ekmek, yazma, seccade dağıtıp cami yapıyoruz, en fazla teknik eğitim veriyoruz, o kadar. Hiçbir çatışmada yer almıyoruz. Devletin bu sicili bozmadan önce milyon kere düşünme hakkı var.

        Diğer Yazılar