Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        - Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın fotoğrafını koyup Hollanda’ya tepkisini gösteriyor iktidar yanlıları... Rotterdam polisini arayıp “Dombra” dinletiyorlar, ama aslında aradıkları Hollanda değil ABD’nin New York Eyaleti’ndeki küçük bir yer olan Rotterdam. Beyaz Türkler de Facebook’ta “Vallahi Zaytung değil” diye dalga geçerek paylaşıyor. Komik mi? Tabii ki. Ama asıl mesele o değil ki... Ayrıntıların hiçbir önemi yok. Bu gibi durumlarda bir kez daha görüyoruz ki “Evet” seçmeni kolaylıkla mobilize oluyor, kendi aralarında kenetleniyor. Bu da ister istemez sandıktaki tercihe yansıyor...

        - Türkiye’nin bilinçaltında halihazırda bir Batı düşmanlığı zaten yatıyor. Sevr korkusu, dış mihrak söylemi, bölünme tehdidi zaman zaman pişirilip önümüze hep kondu siyasetçiler tarafından. Resmi tarih kitaplarımız masa başında Türkiye’yi paylaşan açgözlü Batı ülkelerini anlatıyor yıllardır. Evet, Türkiye her an Batı düşmanlığı konusunda infiale hazır. Ama bunun tamamen içi boş bir paranoya olduğunu söylemek de imkânsız.

        - Türkiye’nin hiçbir zaman iyiliğini istemeyen Batı, özellikle de Avrupa bu tutumunu değiştirmiş değil. Konsolosluklarda en basit bir turist vizesi başvurusu sırasında bile sürekli Türk vatandaşlarını aşağılan küçük gişe memurunun kibrinin aynısı Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’ye bakışı. Avrupa Birliği istiyor ki Türkiye kendi çıkarlarını değil, Avrupa’nın çıkarlarını ön planda tutsun. Suriyeli göçmenleri sınırdan geçirmesin mesela. Karşılıksız Avrupa’ya hizmet etsin.

        - Başka ülkelerin seçim kampanyasına ülkelerini alet etmemeyi ilkesel olarak öne sürmek Avrupa ülkelerinin bugünlerde söylediği içi boş bir yalan. Avrupa’nın başındaki en büyük bela (ve Avrupa’nın hızla sonunu hazırlayacak olan) aşırı sağın kendi gücünü perçinlemesi, kendisine fanatik taraftarlar katması için sürekli düşman yaratmaya ihtiyacı var. Fransa’da Kuzey Afrika göçmenleriydi uzun yıllar sağın en büyük düşmanı. Milli takımdaki oyunculara bile yöneldi bu nefret. Hollanda’da epey bir zamandır önce radikal İslam, giderek de düpedüz İslam. Türkiye’nin hedefe oturtulması da aşırı sağcı siyasetçilerin seçim kampanyası için kullandıkları bir malzeme.

        - Türkiye bilmeden Avrupa aşırı sağının tuzağına mı düşüyor? Bu, sınırlı bir bakış açısı; Türkiye’de girdiği her seçimi kazanmış bir siyasi hareketin zekâsını küçümseyen bir kolaycılık. Siyasette her türlü kural meşru sonuçta. Ustalık da krizi fırsata döndürmekte yatıyor. “Hayır”cı cephe Türkiye’nin Avrupa’ya rezil olduğunu düşünüyor, oysa başta Erdoğan olmak üzere çok basit halledilecek krizi sürekli gündemde sıcak tutma yöntemi iç politikada karşılığını buluyor. Geçen hafta gazetelerde “Evet” oylarının burun farkıyla önde olduğu yazıyordu, dün aradaki farkın iyice açıldığı yazılmaya başlandı.

        MÜZİK LİSTEM

        - Frank Ocean geçen gün yeni bir şarkı çıkardı; adı “Chanel”. Ne yapsa güzel yapan insanlardan... Bu da şimdiden en sık dinlediğim şarkılar arasına girdi.

        - Calvin Harris’in yine Frank Ocean ve Migos’lu single’ı “Slide”.

        - Earl St. Claire’den 28 dakikalık, yedi şarkılık harika bir albüm: “My Name is Earl”.

        - Zaman zaman eski albümleri hatırlayıp baştan sona yeniden dinliyorum. Bu aralar Fleetwood Mac’in klasik albümü “Rumours”a çıktı piyango.

        YAZI KONULARI

        - AmberinZaman geçen gün neden hiç kimsenin tutuklu gazetecilerden bahsederken “zavallı” Mehmet Baransu’yu hatırlayıp anmadığını sormuş Diken’deki yazısında... Detaylı bir yanıt yazmam gerek.

        - Tunca Arslan geçenlerde Aydınlık’ta “Moonlight”ı yerden yere vurmuş. Filmi nasıl tamamen yanlış okuduğu üzerine bir yazı yazılacak...

        - Hıncal Uluç’la SMS üzerinden küçük bir ırkçılık tartışmasına girdik, yüz yüze konuşmak için sözleştik. Hıncal Abi’yle illaki buluşacağız, ama dayanamadım “Dominant ırka karşı ırkçılık olmaz” diye yazdığım mesajı uzun bir yazıya döndürdüm... Gündem izin versin de...

        - Şahan Gökbakar o vasat filmleriyle servet yaptı, yetmiyor bir de “kabul” istiyor. Neden ikisinin bir arada olamayacağını anlatmam gerek ona...

        BEYAZ ÇORAP MODA OLDU

        MHP’nin imaj tazelemeye çalıştığı yıllarda yayımladığı “Beşeri Münasebetler” diye bir kitap vardı, genç ülkücüye çeşitli öğütler içeren. Beyaz çorap giymemek kitaptaki kurallardan biriydi. Estetik konusunda Oscar Wilde okulundan gelen Devlet Bahçeli’nin genç ülkücülerin imajının bu kadar ince ayrıntısına inmesi şaşırtıcı değil.

        Ama kötü bir haberim var.

        Beyaz çorap dünyada yeniden moda oldu... Üstelik öyle ucuz falan da değil, bir çifti yüz dolara satılan pamuklu spor beyaz çorapları bu aralar erkek modasının en göze çarpan ürünlerinden biri.

        Büyük bir diriliş yaşayan Gucci’nin kreatif direktörü Alessandro Michele kot pantolonunun altına siyah loafer’larını beyaz çorapla giyiyor mesela. Vetements’ın Reebok’la ortaklaşa yaptığı beyaz çorapları ise ünlüler hemen benimsedi.

        Epey bir süredir erkek modasında paçalar kısalıyor, çoraplar daha görünür oluyordu. Kışın renkli desenli çoraplar, yazın da erkek bileklerinin görünmesi pantolon estetiği açısından şarttı.

        Şimdi atletik kıyafetlerin gündelik hayatta kullanılması yeni bir norma dönüştü, paçalar iyice yukarı çekildi ve bu sefer eşofman altlarına en uygun şekilde beyaz çoraplar yakıştırıldı.

        İşin kötü tarafı, paçası bileğin biraz yukarısında kesilen bir eşofman altı ve Vans Old Skool, siyah Stan Smith gibi klasik spor ayakkabılara pamuklu beyaz çorap çok da yakışıyor.

        Ya da moda böyle emrediyor.

        Diğer Yazılar