Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türk liberalinin en büyük özelliği yanıldığını kabul etmediği gibi yanıltmakta devam etme inadıdır. Ali Nesin’in “Yetmez ama evet” hatasından dönmemesini başka türlü açıklamak mümkün mü? İşin en acıklı tarafı o zaman olduğu gibi bugün de bu kolay akılda kalan sloganın etkisine kapılan kafe aydınlarının referandumun içeriğinden hemen hemen habersiz olmaları.

        2010 yılındaki referandumda basında Anayasa’nın oylanan maddelerinin içeriği neredeyse hiç tartışılmamıştı. Onun yerine bol bol slogan atılmıştı. 12 Eylül darbesiyle hesaplaşılacağı, bundan böyle yaşanacak darbelerin önünün kesileceği masalı sayıları az ama sesleri gür liberalleri kolaylıkla avlamıştı.

        Mehmet Altan hemen her gece televizyona çıkıp darbe tehlikelerinden bahsediyor, darbecilerin nasıl cezalandırılması gerektiğini anlatıyordu. Referandum geçti, darbe tehlikesi ortadan kalkmadığı gibi bizzat Altan’ın destek verdiği örgütün planı olduğu ortaya çıktı.

        Ali Nesin de “Yetmez ama evet” öncesi Türkiye’de “insan haklarını ayaklar altına alan saçma bir sistem” olduğundan söz ediyor, 28 Şubat’a gönderme yapıyor, Cumhurbaşkanlığı’nda türban tartışmalarına vurgu yapıyor... Dahası verdiği oyla ülkeyi iç savaştan kurtarmış olabileceğini bile iddia ediyor.

        Egosunun gözünü döndürmesini bir yana bırakalım... Bahsettiği konuların hiçbiri referandumda oylanan maddelerle ilgili değil ki...

        Belli ki belleğinde hâlâ FETÖ yayın organlarında, televizyon programlarında anlatılan masallar kalmış. Ünlü matematikçinin ülkeyi iç savaş tehlikesinden pek de kurtaramadığı 15 Temmuz darbe girişiminde zaten ortaya çıktı; darbe engellenmeseydi FETÖ’cüler iç savaştan medet umacaktı.

        Ali Nesin de elbette bütün bunların farkında. Ama aydın sorumluluğunun toplumu aydınlatmak değil, kendilerinin her alanda haklı olduğunu göstermek olduğunu düşünüyorlar.

        İşin ilginç tarafı, tarihin hemen hemen hiçbir döneminde haklı çıkmayan, öngörüleri tutmayan liberallere Türk basınının gösterdiği ilginin de bir türlü tükenmemesi. Düşük liberallerin ana besin kaynağı medya ilgisi halbuki. TRT’nin arşivlerini açın, tek kanallı yıllarda bile açık oturumlarda sık sık aynı konuşan kafalara yer verdiğini göreceksiniz. Beğenmedikleri eski Türkiye’de bile kendilerini pazarlamayı başarmışlar doğrusu. Bu tiplerin geniş çevreleri her zaman onları ağırlayacak fırsat bulur. Yanıldıklarını görmek falan da eğlenceli ama bir süre sonra tadı kaçıyor.

        YENİ PARTİ ŞEKİLLENİYOR

        Levent Gültekin’in kendi kendine muhalefeti toparlayacak bir parti kurma girişiminde olduğunu yazmıştım. Ali Nesin’in bizim gazeteye verdiği söyleşide muhalif lider olarak Gültekin’i önerdiğini görünce partinin nasıl şekillendiği de anlaşılmış oldu.

        Nabız yoklayan Gültekin’in eski “Yetmez ama evet”çilerin kapısını çalıp destek aradığını da böylece dolaylı olarak öğrenmiş olduk. Ali Nesin ilk açık destek veren isim oldu. Bence bir süre sonra Hayko Bağdat’ı da katsınlar aralarına... Belki Cengiz ağabeyleri falan da dışarıdan destek verir.

        Türk liberalleri için tarihin illa kendisini tekrar etmesi gerekiyor herhalde... Bir süre medya bu yeni oluşuma destek verir, bol bol haklarında destek yazıları kaleme alır köşe yazarları.

        Sonrası YDH, sonrası ÖDP... İşin özeti bolca vakit kaybı.

        NEDEN?

        - Medya neden ısrarla Ahmed Hulusi’nin Miami’de yaşadığını yazıyor, meğerse 18 yıldır North Carolina’da yaşıyormuş?

        - Can Kıraç anı kitabını neden Mehmet Gündem’e yazdırmayı tercih etti?

        - Abdülkadir Selvi neden “ikinci darbe” senaryosunu gündeme getiriyor?

        - En olmadık tartışmaların bile ortasına dalan Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül neden bir süredir “düşük profilli” takılıyor?

        WeHo’NUN RESMİ KOKUSU

        Geçen cuma gecesi West Hollywood’daki Soho House’un barındayım. Yanımdan kim geçse aynı tanıdık koku... Çoğunluğu gay olan erkekler buram buram sürmüş, zaten hepsi bir fabrikadan çıkmış gibiler.

        Açık tenli, sağlıklı, çok ciddi spor yapmış ve birbirine benzer giyinen beyaz erkekler şimdi bir de aynı kokuyor.

        New York merkezli koku firması Le Labo’nun popüler Santal 33 parfümü... Epey de pahalı olan ve neredeyse sadece Le Labo’nun kendi butiklerinde satılan parfümün 75 dolarlık Santal 26 mumları da çok popüler. Bir yarım saat yakıyorsunuz, bütün oda sedir ve sandal ağacı esansından yapılan o etkileyici kokuya bürünüyor.

        İki sene önce New York Times, “Her yerde kulağınıza gelen koku bu” diye haber yapmıştı Santal’ı. Tabii o zamanlar sadece belli bir elit kesim çaktırmadan bu kokuyu keşfetmişti, Justin Bieber ve Emma Roberts’ın üzerinde koklanmıştı. Kokunun cinsiyeti de yok bu arada.

        Tam bir kulaktan kulağa yayılma operasyonuyla yavaş yavaş dünyayı ele geçirdi Santal 33.

        Şimdi Le Labo’nun hayranlarının kendi Instagram hesapları, Facebook sayfaları falan var. Sevgililer ayrıldıklarında eşya ve arkadaş paylaşırken kimin Le Labo müşterisi olacağını da konuşuyor.

        SAÇMALIKTA SON AŞAMA

        Aslında “House of Cards” hiçbir zaman içerik olarak kaliteli olma iddiasında değildi. Ama usta oyuncular ve müthiş bir prodüksiyon ekibi sanki zeki bir şey izliyormuşuz havası yarattılar. Oysa olay örgüsü çoğu zaman absürdün sınırlarını zorluyordu.

        Geçen gece uykusuz kalma pahasına beşinci sezonu bitirdim. Ne yapayım, tutamadım kendimi. Sabah beş gibi artık bitsin diye içimden geçiriyordum.

        Sadece bölüm değil, dizi tamamen bitse... Artık yayından kalksa keşke...

        Yanlış anlamayın, heyecanla ve merakla sonunu getirdim. Ama o son bölümler artık absürdü de aştı, saçmalamada “Scandal” noktasına geldi. Bir parça ciddiye alınırlığı varsa bu sezonda yok etti “House of Cards”. Yine de televizyondaki birçok işten daha ileride.

        Diğer Yazılar