Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yine Cumhuriyet yazar ve yöneticileri hakkında medyada az-çok destek yazıları çıkıyor, Ahmet Altan ve benzeri diğer FETÖ tutukluları hakkında ise hemen hemen hiç kimse bir şey yazmıyor. Halbuki bu yazılar en çok içeridekilere moral, psikolojik destek olması bakımından önemli. Kamuoyu oluşturmak, mağdurların sesini duyurmak, konunun gündemde kalması için de önemli.

        2011’de FETÖ’nün kumpas davaları yüzünden gazeteciler hapse atıldığında birbirleriyle hiç ilgisi olmayan tutuklu yakınları toplu halde müthiş bir dayanışma örneği göstermişti. Gazetecilerin sadece akrabaları ya da arkadaşları değil, haksızlık karşısında isyan eden başka meslektaşlar da bir araya gelip tutukluluğa dikkat çekmek için çabalardı. Hatta FETÖ kumpaslarının diğer mağdurlarıyla da duygusal ittifak kuruldu.

        Hemen hemen her gün medyada “Ahmet ve Nedim’in arkadaşları”ndan bahsedilir olmuştu.

        MERHAMET YORGUNLUĞU

        Bunun bir nedeni “merhamet yorgunluğu” olabilir mi?

        Duygusal yükü ağır işlerde (acil servis çalışanları, terapistler, polis, itfaiye) çalışanlarda görülen bu sendrom zamanla insanın travmalar karşısında hissizleşmesine dikkat çeker. Merhamet yorgunluğu gazetecilerde, özellikle savaş muhabirlerinde görülür; ardı ardına onca felakete, patlamaya, insan ölümüne tanık olduktan sonra şoklar etkisini kaybeder, umursamamaya başlarız. İnsan ölümleri, hatta çocuk ölümleri sıradanlaşmaya başlar.

        Merhamet yorgunluğunun yarattığı hissizlik, travma mağdurlarıyla çalışanların konuyu kişiselleştirmeyip işlerini yapabilmelerini sağlar. Hislerinden arınmamış bir savaş muhabiri başka türlü cepheden nasıl nesnel haberler geçebilir, foto-muhabiri nasıl deklanşöre basma gücünü kendinden bulabilir.

        Meslektaşları tutuklu dışarıdaki gazetecilerin de 2011’den bu yana benzer bir yorgunluktan mustarip oldukları söylenebilir mi? Duruşmadan duruşmaya koştur, mağdur yakınlarını örgütle, siyasileri dikkat çekmeye zorla... Kolay iş değil. “Ahmet ve Nedim’in arkadaşları” maksimum çabaya minimum sonuç alındığını görüp pes ettiyse, kimse onları zorlayamaz.

        Ama bugün yaşanan dayanışma eksikliğinin bir başka boyutu da var.

        2011’de ideolojik farklılıklar olsa da tutuklu gazetecilerin neredeyse tamamının gazeteci olduklarına dair bir şüphe yoktu. Farklı görüşler mağdur oldukları gerçeğini değiştirmiyor, onların sahiplenilmesine engel olmuyordu.

        Bugün basında mağduriyetler gündeme geldiğinde köşe yazarlarının mesleki kıdemine ve ahlakına kimsenin laf edemeyeceği Kadri Gürsel’in ayrı bir yere koyması, en çok ondan bahsetmesi, diğerlerinden pek söz edilmemesi manidar. Belki bilinçaltının dayattığı bir refleks ama altyapısı yok değil.

        PARA ÇARKI

        Üzgünüm ama söylemek zorundayım; FETÖ’den tutuklu gazetecilerin bir kısmı sadece kötü gazeteci oldukları ya da anlamadıkları, kafaları basmadığı için örgüt tarafından kandırılmadı. Kandırılmaya razılardı; çünkü bu işte büyük paralar da döndü.

        Bunu konuşmalıyız. FETÖ bir dönem televizyon programlarıyla, gazeteleriyle para saçıyordu bazılarına. Tutuklu oldukları için isim vermiyorum, ama bu gerçeği de göz ardı edemeyiz. İşin acı tarafı, bugün tutuklu olmalarına rağmen sicilleri onlara mağduriyet payesi vermeye yetmiyor.

        Bazı gazeteciler sırf örgüt onlara maddi gelir sağladığı için, sadece para kazandıkları için geçmişte başkalarının mağduriyetlerine sessiz kaldı. Hatta Ahmet ve Nedim’in arkadaşlarının çabalarını bile küçümsediler. Neresinden tutarsanız elinizde kalıyor, vicdanlarda onlara mağdur payesi vermek güçleşiyor. İşin acı tarafı kendi aralarında bile toplanıp bir araya gelerek dayanışma gösteremiyorlar. Bugün tutuklu gazetecilerden söz ettiğimizde sadece gazetecilikten bahsetmiyoruz işte.

        #DüzeltmeServisi

        YENİLİK DEĞİL NOSTALJİ

        CENGİZ Semercioğlu önceki günkü Kelebek’te ABD’de yer alan bir restoran konseptinden bahsediyor. Müşteriler iPad’le sipariş veriyor, görünürde hiçbir çalışan yok, yiyecekler de satış makinelerinden satın alınıyor. Bahsettiği Eatsa, evet, yeni bir lokanta... Ama konsept?

        New York kent tarihinin simgelerinden “Automat” lokantaların ilki 1912’de kurulmuştu. Ortada daha iPad yoktu, ama fikir aynıydı. Para atılıyor, yemek makineden alınıyor, hızlıca yeniyor, bahşiş vermeden, garsonla muhatap olmadan ayrılıyordu müşteriler. Özellikle gazeteciler, bankacılar gibi hızlı tempoda çalışanların vakit kaybetmeden öğle yemeklerini yemeleri için bir çözümdü.

        1952’de insanların şehir merkezlerinden banliyölere taşınması ve şirketlerin kendi yemekhanelerini kurmasıyla otomatlar gözden düştü. 1991’de New York’taki son otomat lokanta kapandı, sonra geçmişse gönderme yapan benzer konseptlerin de ömrü pek uzun süreli olmadı. Halbuki Tokyo ve Amsterdam’da hâlâ özellikle geceleri insanların sık sık uğradığı otomatlar faaliyette.

        Semercioğlu’nun bahsettiği kinoa lokantası da teknolojiyi nostaljiyle harmanlayan, eski bir geleneği diriltmeye çalışan bir girişim. Yeni bir fikir değil.

        New York’un ilk otomat lokantası 1912’de açıldı.

        TRUMP DÖNEMİ SİNEMASI

        BU sene önce “Get Out” geldi, fikir aslında Obama yıllarında çıkmıştı ama vizyona girmesi Trump dönemine denk düştü. Tam da ABD’de gücünü siyasetten alan ırkçılık yükselirken cuk oturdu.

        Bu yaz bir başka film daha yeni başlayan Trump’lı yılların diğer önemli filmi olmaya aday. “Beatriz at Dinner” da Salma Hayek beyaz ayrıcalığına, vahşi kapitalizme, çevre düşmanlığına tek başına direnen bir kahramanı canlandırıyor. Takipte olun, tıpkı “Get Out” gibi bir evde geçiyor ve en rahatsız sahneleri aslında en normalmiş gibi görünen ayaküstü konuşmalar.

        İki filmin de hedefi beyaz ayrıcalığı, azınlıkların beyaz ayrıcalığının kurbanı yapılmalarına karşı gösterdikleri direnç. Önümüzdeki dört yılda sinemada bir Trump külliyatı oluşacağı kesin. Bilinçli direniş filmlerinin devri başlıyor.

        Diğer Yazılar