Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON yıllarda Atatürk’ü en çok gündemde tutan popüler figür ne kazanamayacağı Oscar ödülü hayaliyle yanıp tutuşan Yılmaz Erdoğan, ne Nobelli romancımız Orhan Pamuk, ne THY reklamlarında oynayan Dr. Öz, ne de megastar Tarkan oldu.

        Türkiye’ye gelip kafasını çevirdiği her yerde Atatürk’ün posterlerini gören, deplasmana gittiği şehirlerde Atatürk heykelleriyle karşılaşan ve Türklerin neden kurucu önderi bu kadar sevdiğini merak edip hayatını okuyan eski Fenerbahçeli basketbolcu Ekpe Udoh’ydu.

        Ekpe, hem kendisi Atatürk’ü öğrendi, hem de başkalarına Atatürk’ü anlattı. Geçen hafta 10 Kasım’da artık Türkiye’den çok uzakta olmasına rağmen onu andı. Adeta Atatürk’ü Türkiye’ye hatırlatan da o oldu; bu uğurda kendisiyle dalga geçilmesini, basından saldırılar gelmesini göze alarak.

        Ekpe’ye kadar Atatürk gözden düşmüş gibi bir hava vardı sanki. Siyasi tartışmalardan Atatürk göndermeleri neredeyse tamamen çıkmıştı. Cumhuriyet Gazetesi bile Atatürk’ü adeta mahcubiyetle anıyordu. Çeşitli sebeplerle Atatürk’ün mirası olan resmi bayramların kutlanması ertelenmeye başlandığında çok da tepki gelmiyordu.

        ‘UNUTULUYOR’ DENİYORDU

        Hatta Türk basınının sık sık dolaptan çıkardığı “Hollywood’da Atatürk filmi çekilecek” masal haberleri bile yapılmaz olmuştu. Hatta Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi bir fırsatını bulsa Atatürk’ü unutup liberal parti olmanın denemelerini yapmaya hazırlanıyordu. Hürriyet, logosundaki Atatürk resmini ve “Türkiye Türklerindir” sloganını fırsatını bulsa kaldıracaktı.

        Eşzamanlı olarak yabancı yayın organlarında Atatürk’ün Türkiye’de unutulmaya, etkisini kaybetmeye başladığına dair haberler çıkıyordu.

        Oysa bu 10 Kasım’da Atatürk’ün bir moda olmadığı, unutulmadığı ve Türkiye’nin mirasına sahip çıktığını gördük.

        Ne değişti?

        Bu değişimi sadece AK Parti’nin oy avcılığıyla açıklamak sosyal medyada birkaç alkış kazandırır belki, ama sürecin kritik önemini ve tarihsel ağırlığını açıklayamayacak kadar sığ bir gözlem olur.

        **************

        LİBERALLER GİTTİ, ATATÜRK GERİ GELDİ

        15 Temmuz’un siyasi etkisinden entelektüel sonuçlarını tartışmaya sıra gelmedi, ama darbe girişiminin bastırılması Türkiye’nin düşünce hayatında henüz tam olarak anlaşılamayan bir zihniyet değişikliğine de yol açtı. 11 Eylül’ün birçok uluslararası ilişkiler teorisini yerle bir etmesi gibi, darbe girişimi de Türkiye’deki “liberal mahalleyi” ve onların tezlerini çürüttü.

        Kısacası Cihangir diyebileceğimiz Murat Belge’yi, İletişim Yayınları’nı, Zaman Gazetesi’nde yazan eski solcuları, İkinci Cumhuriyetçileri ve benzerlerini kapsayan bir güruh yerle bir oldu. Bu güruhun yıllar süren en büyük çabalarından biri Türkiye’nin entelektüel ve siyasi tartışmalarından Atatürk’ü silme girişimleriydi.

        MESELE ŞAHSİ Mİ?

        Düzenlenen panellerde, yayımlanan makalelerde ısrarla Atatürkçü olmadıklarının altı çiziliyor, kurucu ideolojiye gerekli gereksiz her türlü düşmanlık yapılıyor, 2000’li yıllarda hâlâ 1923’ün hesabı sorulmaya çalışılıyordu. Bu düşmanlığın çoğu zaman fikri bir altyapısı olmadığı için Murat Belge’nin derdinin, babasının ilk eşi Zsa Zsa Gabor’la Atatürk’ün ilişkisinin intikamı olduğuna dair espriler bile yapılırdı.

        Sahi Atatürk neden bu kadar nefret edilesi, sürekli vurulası bir figür haline gelmişti Cihangir’de ve neden her yaptığı yerle bir edilmeliydi? Anlaması zordu.

        Liberal Türk solcularındaki Atatürk nefreti radikal İslamcılarınkiyle yarışır. Kadir Mısıroğlu gibi grotesk figürler, etkisi olmayan, marjinal karakterler... Oysa liberallerin siyasi bir ağırlığı, politikaya etki eden nüfuz alanları vardı.

        Atatürk nefretlerinin bir altyapısı yoktu, ama bir aksesuvar gibi entelektüel şıklık kriteriydi Cihangirliler için. Neredeyse kulübe kabul olmanın yolu Atatürk düşmanlığından geçtiği için isim yapmak isteyen her entelektüel adayı nefret dozunu biraz daha artırdı.

        DÖVMELİ GENÇLER

        Liberallerin siyasi tartışmalardaki etkisinin aksine sokakta Kemal Atatürk dövmesi yaptıran gençlerin sayısı hızla artıyordu. Aydınlarla toplumun neden kopuk olduğunu sorgulardı hep bu çevre, bir kez bile kendilerinin hep yanlış analiz yaptığı ihtimalini değerlendirmediler.

        Atatürk’e yönelik abartılı ama altyapısız düşmanlık, onun bir lider olarak hataları ve sevaplarıyla anılmasına, nesnel bir şekilde tartışılıp aşılmasına, onun başlattığı ilerleme mücadelesinde daha da yol alınmasına engel oldu. Atatürk’e yönelik tehditler önceliğin mirasına sahip çıkılması gerektiğini dayattı.

        **************

        KEMALİZM’İN BEKÇİSİ

        15 Temmuz’un bastırılmasıyla beraber liberal zihniyet entelektüel hayattan silinip dibe vurunca siyaset, toplum, medya ve başka etki odaklarıyla Atatürk arasındaki kopukluk da ortadan kalktı. Bu süreçte rejime sahip çıkan, Cumhuriyet’in gizli bir örgüt tarafından yıkılma girişimini bastıran AK Parti kendisini sistemin koruyucusu olarak buldu. Gözden kaçırılmaması gereken değişim asıl bu.

        Yıllardır iktidarda olan bir parti kaçınılmaz olarak kendini var eden düzenin alternatifi değil, kendisi olmuştu zaten. Ama Doğu Perinçek’in kimilerinin anlamakta güçlük çektiği tespitinde de doğruluk payı var: AK Parti ister istemez Kemalizm’in de koruyucusu oldu, eğer Kemalizm’i sınırlı bir tanımla devletin bekası ve Cumhuriyet’in bölünmez bütünlüğü diye açıklarsak.

        Sonuçta, tehdit altındaki iktidar da ülkenin güvencesinin Atatürk’ün attığı çimentoda, onun kurduğu Cumhuriyet’in onlarca depremle sarsılmasına rağmen bir türlü yıkılmamasında olduğunu görüp sahiplendi. Bulanıklık yaratan liberal zihniyetin etkisinden kurtulmuş bir şekilde.

        Dahası, uzun yıllar sonra resmi ideolojinin hükümete, devletin topluma dayatmasıyla değil, doğallıkla Atatürk’ün özlemle anılması kurucu ideolojinin etkisinin azalmadığını göstermesi açısından da çarpıcı bu süreç. Etkisi ancak uzun yıllar sonra fark edilecek.

        PARADAKİ ATATÜRK

        BU seneki 10 Kasım kutlamaları belki de ilk kez devletin değil, halkın Atatürk’ü anmasıydı. Bu vesileyle paraya da devletin değil, halkın Atatürk’ünü koymayı tartışabilir miyiz?

        Yıllar önce bir haber için yaratıcı beyinlerden Türk Lirası’nı yeniden tasarlamalarını istemiştim, moda tasarımcısı Hakan Yıldırım’dan muazzam bir öneri gelmişti. Resmi bir Atatürk portresi yerine dans eden bir fotoğrafını kullanmıştı parada.

        Atatürk somurtuk bir devlet adamı değil, yaşayan, yaşatan, öğreten bir liderdi. Neden paramızda böyle bir fotoğrafıyla yer almasın?

        Diğer Yazılar