Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin artık Kürt sorunu diye bir sorununun olmadığı konusunda ısrarlı.

        Türkiye’nin inkâr ve asimilasyon politikalarının 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın ardından sona erdiğini, bu nedenle Kürt sorunu diye bir şeyin de kalmadığını savunuyor. Erdoğan’ın HDP ve Kandil’de pek de sevinçle karşılanmayan bu sözleri Kürt vatandaşların da aklını karıştırmış olsa gerek.

        Bu sözü söyleyen kişi başka birisi olsa, kafalar bu kadar karışmazdı sanırım. Kürtleri şaşırtan şey bugüne kadar varlığını yaşayarak tecrübe ettikleri bir şeyin artık olmadığını savunan, zikreden kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olması.

        Zira Kürtler de en az ülkedeki diğer halklar gibi şu basit gerçeğin farkındalar: Erdoğan devam eden bu huzur ikliminin mimarlarından. Ayrıca Kürtler atlatılan tehlikeyi de gayet net görüyor ve biliyorlar.

        Erdoğan’ın başlattığı çözüm süreci olmasaydı, muhtemelen son 4 yılda Türkiye’nin Suriye, Irak ve Mısır’dan pek farkı kalmayacaktı. Kürtlerin kuşkuya mahal bırakmadan görebildikleri tehlike bu. Neyse ki Türkiye’nin Ortadoğu’yla kesişen kümesini teşkil eden Kürtler bu tehlikeyi tam zamanında büyük bir ferasetle görebildiler.

        Türkiye halklarının bu feraseti, Erdoğan’ın da vakitlice elini taşın altına koyma cesareti olmasa sonuç her şeye rağmen savrulma ve kaostu. Böylesi bir savrulmanın Türkiye’yi sokacağı atmosfer, geleceğini barışçıl bir Türkiye’de gören herkesi büyük bir kedere gark ederdi.

        Hiç şüphesiz Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki varlığının tehlikenin bertaraf edilmesinde oynadığı tarihi rol de yadsınamaz. Tarih gerçek barışla kucaklaştığı gün Öcalan’ın oynadığı pozitif rol de inkâr edilemez önemine erişecektir. Tabii bunun için tarafların oynadıkları yapıcı rolün de devamı gerekiyor.

        Hal böyleyken “Kürt veya Türk vatandaşın sorunu var ama Kürt sorunu diye bir şey yok” şeklinde anlaşılabilecek teze, İmralı’nın nasıl baktığı da önem taşıyor. Öcalan, Nevruz’da Diyarbakır’da okunan mektubunda bu teze dair cevabını kamuoyuyla paylaşabilirdi. Lakin mektubun içeriğinde bu konuya atıf sayılabilecek bir ifade bulamadım.

        Bununla birlikte mektup bir bütün olarak ele alındığında Öcalan’ın bu konudaki fikri sezilebilir. Mektubun tamamına bakınca, Öcalan’ın, Erdoğan’ın “Türkiye’nin bir Kürt sorunu olmadığı” şeklindeki tezine itiraz etmediği anlaşılıyor.

        Kürt sorununun varlığını iddia eden bir Öcalan herhalde örgütüne Türkiye ile çatışmayı noktalamaya hazırlanmasını önermezdi. Daha da mühimi; Türkiye’nin bir Kürt sorununun olduğunu savunan bir Öcalan, tartışmanın güncel olduğu bir dönemde okunacağını bildiği Nevruz mektubunda en azından bir kez olsun “Kürt sorunu” ifadesini kullanırdı. Oysa “Kürt” kelimesi bile sadece bir kez geçiyor mektupta. O da Türkmen, Arap, Ezidi ve Süryani isimleriyle birlikte aynı cümlede ve bağlamda telaffuz ediliyor.

        Buna mukabil Öcalan mektubunda tam 12 kez “demokrasi” ve “demokratik” kelimelerine yer veriyor. Mektupta en sık kullanılan kelime “demokrasi”.

        “Demokrasi”nin yanı sıra “halklar”, “halklarımız” kelimelerine de tam 9 kez yer vermiş. 2’şer kez “Türkiye” ve “Ortadoğu”, 3 kez de “emperyalist” kelimelerini kullanmış.

        Öcalan, mektubun genelinde sadece Türkiye için değil bölgenin diğer ulus devletleri için de demokratik dönüşümü öngören bir öneride bulunmuş.

        “Ulus devletleri kendi aralarında Ortadoğu’nun demokratik ortak evini inşa etmeye çağırıyorum” şeklindeki cümlesini yeni Osmanlıcılık olarak yorumlamak da mümkün. Ne olursa olsun, görüldüğü kadarıyla Öcalan meseleyi, bölgenin tamamını kapsayan bir demokratikleşme sorunu olarak yorumluyor.

        Kanımca mektuptaki bu çağrı; Öcalan’ın bir Kürt sorununun olmadığını savunan “devlet aklıyla” uyuştuğunu göstermekle birlikte ters düştüğü noktaya dönüşme potansiyelini/ tehlikesini de taşıyor.

        Diğer Yazılar