Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TEHDİT sıralamasındaki değişimler, bölgesel ittifakların da yeniden şekillenmesine yol açıyor.

        ABD ile İran arasındaki yakınlaşma şu sıralarda Ortadoğu’da yaşanan bir kısmı sürpriz sayılabilecek yakınlaşmaları tetiklemiş gibi görünüyor.

        Dikkatlerden kaçmaması gereken bir gelişmeyle başlayalım. İsrail, geçen pazartesi günü, 20 yıldır hiç yapmadığı bir şey yaptı. İlk kez New York’ta Arap devletlerinin de katıldığı NPT (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaması) Konferansı’na katıldı. Bir İsrailli bu önemli gelişmeyi şu sözlerle özetledi: “Tüm ılımlı ülkelerin bir araya gelip bölgede karşı karşıya oldukları problemleri tartışma zamanının geldiğini düşünüyoruz.”

        Ben de bir İsrailli yetkili bugün çıkıp “bölgedeki problemlerin konuşulmasından” bahsediyorsa tam olarak neyi kastettiğini iyi anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.

        4 yıl önce İsrail için bölgedeki en sıcak tehdit, yükselen radikalizmdi. İsrail’in radikalizmden anladığı şey ise Suriye’de Beşar Esad’a karşı savaşan gruplardı. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, o vakit yaptığımız bir röportajda, Suriye’deki rejim karşıtı radikal örgütleri tehdit arz etmeye başladıkları anda yok etmeye hazır olduklarını söylemişti.

        Lakin aradan geçen 4 yılda bu tehdit tanımlaması bariz şekilde değişti. Bugün İsrail için bir numaralı sıcak tehdit artık Suriye’deki örgütler değil. İsrail artık hemen dibindeki Suriye’ye baktığında tehdit olarak İran’ı, onun uzantıları Hizbullah ve Suriye’deki Esad rejimini görüyor.

        ABD’nin, bölgesel ihtirasları bağlamında burnundan kıl aldırmayan İran’la çözümü konuşmaya başlaması da İsrail’i bu tehlike karşısında en olmaz denen ittifakları dahi düşünmeye, değerlendirmeye itiyor.

        İsrail’in pazartesi günü NPT Konferansı’na katılması, bu stratejik arayışın diplomatik sahadaki sembolik bir tezahürüydü. Üstelik “acil ihtiyaçtan” kaynaklanan bu stratejik arayışın tek taraflı olmadığı da aşikâr.

        İran’ın son birkaç yıldır Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Sudan’a kadar uzanan geniş bir sahada sergilediği emperyal gövde gösterisi, İsrail’in NPT Konferansı’nda yakınlaşmaya çalıştığı Arap devletlerini de silkinip kendine gelmeye zorladı.

        Mısır’da askeri darbenin gerçekleştiği 2013 yazından sonra gözü tehdit olarak Müslüman Kardeşler’den başka bir şey görmeyen Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, İran’ın Irak ve Yemen’deki meydan okumalarını gördükten sonra tehdit sıralamalarını değiştirdi.

        Geçen yaz bu vakitlerde İhvan’dan başka düşman tanımayan Suud, bugün nereye baksa İran’ı görüyor.

        Mısır’da askeri darbeye karşı çıktı diye mahallenin kötü çocuğu ilan edilen Ankara’nın son zamanlarda Körfez ülkelerinde yeniden el üstünde tutulmaya başlanmasının sırrı da burada yatıyor.

        Dikkatinizi çekmiştir sanırım, son günlerde Suriye’den şaşırtıcı haberler geliyor. Suriye’deki son durum “Esad kalıcı” diyenlerin tezinin çürüdüğünü gösteriyor. Suriye’deki rejim şu sıralar, tüm cephelerde ağır yenilgiler yaşıyor. 125 bini Lübnan, İran ve Irak’taki Şii örgütlerden olan, kendi içinde sorunlar yaşayan 250 bin kişilik Suriye ordusu, hızla bir bozgun haline sürükleniyor.

        Son 5-6 ayda değişen dengelerin sonucunda bugün için ulaştığımız noktadan bakınca Esad’ın baba ocağı Lazkiye’yi ve başkent Şam’ı dahi korumakta zorlandığı görülüyor. Körfez devletleri, İsrail ve Türkiye’nin İran tehdidinin etkisiyle yakınlaşmaya başlamaları, sadece Suriye’de değil başka bölgelerde de benzeri denge değişimlerinin arifesinde olduğumuza işaret ediyor.

        Diğer Yazılar