Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “KARŞINDAKİNİN zayıf noktasını bulacaksın, sonra da erken davranarak o noktaya yoğun taarruzda bulunacaksın” diyor Mao Zedong. Başarılı olmanın yolunun, rakibin en zayıf noktasına saldırmaktan geçtiğine inanıyor Çin’in kurucu lideri.

        Yeni bir düzen getirmeyi hedefleyenin işi daha da zor. Çünkü en acımasız saldırıyı gözünü bile kırpmadan yapabilmesi gerekiyor. Hoşumuza gitmesi veya gitmemesi başka mesele tabii... Ama gerçek şu ki bu acımasızlığı sergileyebilenler siyaseten “başarılı lider” olabiliyorlar.

        Machiavelli, kıymetli eseri “Prens”te bu meseleyi şöyle izah ediyor: “Yeni bir düzen getirmeye kalkışmaktan daha zor, başarı olasılığı daha kuşkulu, yönetilmesi daha tehlikeli bir şey yoktur. Çünkü eski düzenden çıkarı olan herkes yenisini getirmek isteyene düşman kesilir. Ne zaman saldırma fırsatı bulsalar büyük bir güçle saldırıya geçerler; ötekiler (ılımlı müttefikler) ise buna ancak ılımlı bir şekilde karşı koyarlar..”

        Nasihat niteliğindeki benzeri tespitleri Nelson Mandela’nın mektuplarının ve söyleşilerinin bulunduğu bir kitapta da okuduğumu hatırlıyorum. Güney Afrika’yı 21’inci yüzyıla taşıyan Mandela, özellikle toplumsal barış süreçlerini yöneten liderlerin bu tür taarruzlarla karşı karşıya kalmalarını kaçınılmaz bir durum olarak görüyor. Hiç şüphesiz bu tespitini kendi tecrübelerine dayanarak yapıyor.

        Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesi meydanları boş bırakmaması Machiavelli ve Mandela’nın tasvir ettikleri tarzda meşakkatli bir işe soyunmuş olmasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin ancak yeni bir Anayasa ve başkanlık sistemiyle 2023 hedeflerine ulaşabileceğine canı gönülden inanıyor. Mevcut sistemle Türkiye’nin beklenen sıçramayı yapmasının imkânsız olduğunu çıktığı her meydanda vurguluyor.

        Söylemesi yetmiyor tabii... Hayalindeki Türkiye’yi inşa edebilmesi için yaklaşık yüzde 45 oy almış bir partiyi 7 Haziran’dan sonra arkasında görmesi gerekiyor. Bunun için de çıktığı meydanlarda Mao’nun tasvirini andıran taktiklere başvurabiliyor.

        Özellikle Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı eleştirenlerin geniş bir seçim stratejisinin taktiksel yönlerini görmekte zorlandıkları anlaşılıyor. Oysa her lider gibi Erdoğan da pragmatik davranıyor. HDP’ye, zayıf olduğunu düşündüğü noktadan yükleniyor.

        Batı’da sol-sosyalist, Alevi seçmene oynayan HDP’nin Doğu’da muhafazakâr takılmakta zorlandığını bildiği için bu taktiğe başvuruyor. Diyarbakır’da halkın karşısına Kuran’ın Kürtçe mealiyle çıkması, HDP’nin tercihlerinden kaynaklanıyor.

        Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olmayacağını 10 Ağustos’taki seçimden çok önce kendisine oy veren yüzde 52’ye ilan etmiş olan Erdoğan’ın bu taktiği, bazılarının iddia ettiği şekilde “Kürtlerin Türk olmadıkları için dindarlıkla cezalandırılmaları” anlamına gelmiyor.

        Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme adına attığı adımları da bunları engellemeye çalışanları da bilen biliyor. Elbette ki bunlar Kürtlerin tüm haklarının verildiği anlamına gelmiyor. Çözümü ancak yeni bir Anayasa’yla mümkün görünen pek çok sorun can sıkmaya devam ediyor.

        Lakin Muhsin Kızılkaya gibi Kürt kimliğiyle bilinen pek çok şahsiyetin milletvekili adayı olduğu AK Parti’yi “Kürt düşmanlığı yapmakla” suçlayanların kantarın topuzunu kaçırdıklarını da söylemem gerekiyor.

        Hasılı şu ki; konuşurken bir seçim ortamında olduğumuz gerçeğini akıldan çıkarmayalım diyorum. Seçimin doğal akışı içinde bir parti diğerinin zayıf noktasına yükleniyor. HDP de yapıyor bunu. Olay bundan ibaret. Abartmak anlamsız. Bugün ağızdan çıkan, kâğıda dökülen pek çok söz, 8 Haziran sabahı hatırlanmak bile istenmeyecek. Kötü ve abartılı yorumları unutmak isteyenler de herkesten önce bu sözleri sarf edenler olacak. Göreceksiniz..

        Diğer Yazılar